26 Nisan 2010 Pazartesi

Tek Çocuk (Hülya Dergisi-Pedagog Duygu Çalışır)

Günümüzde geç yaşta evlenme, kariyer nedeniyle geç yaşta çocuk sahibi olma, birden fazla çocuğa bakacak maddi güce sahip olmama ve yeterli ilgiyi gösterememe endişesi nedeniyle tek çocuklu ailelerin sayısı gittikçe artmaktadır. Ancak kültürel etkenler, aile ve çevre baskısı nedeniyle birçok anne baba çocuklarının tek çocuk olarak büyümelerinin sorun yaratacağını düşünüp ikinci bir çocuk sahibi olup olmama konusunda kararsız kalmaktadırlar. Anne babalar tek olarak büyüyen çocukların paylaşmayı öğrenememesi, bencil olmaları, oynayacak arkadaşlarının olmaması konularında endişe yaşamakta ve tek çocuk olmayı bir sorun olarak görmektedirler.


Paylaşmayı öğrenmekte zorlanmak, oynayacak arkadaş bulamamak, anne babaların aşırı koruyucu davranmaları sonucu bağımlı bir birey olmak, istek ve ihtiyaçlarının hemen karşılanması nedeniyle beklemekte, sabretmekte zorlanmak tek olarak büyüyen çocukların en çok yaşadıkları sorunlar olarak düşünülebilir. Ancak bu sıkıntıların çok çocuklu ailelerde de görülebildiği, bu durumun çocuk sayısından ziyade anne baba tutumlarından kaynaklandığı söylenebilir. Bu noktada anne babalar tek çocuk olmayı bir sorun olarak görmek yerine uygun ebeveyn tutumları sergileyerek çocuklarını yetiştirme konusunda birbirlerine destek olmalıdırlar. Paylaşmak, başkalarının da istek ve ihtiyaçları olduğunu anlamak, kurala uymak, beklemek, sabretmek gibi beceriler çocukların üç yaşından itibaren kazanabilecekleri becerilerdir. Uygun anne baba tutumlarıyla tek çocuklar da bu becerileri aile ortamı içerisinde kazanabilirler. Uygun tutum ve eğitimle tek çocuk olmanın dezavantajları değiştirilebilir.

İkinci bir çocuğa sahip olmanın söz konusu olmadığı durumlarda anne babalar nasıl davranmalı, nelere dikkat etmeliler?

Anne babalar tek çocuğun sorunlu olacağı endişesini yaşadıkları sürece farkında olmadan bu kaygılarını çocuklarına da yansıtırlar. Bu nedenle tek çocuk olmayı bir sorun olarak görmektense çocuğun bunun avantajlarını yaşamasını sağlamak yerinde olur.

Çocuk yetiştirme konusunda anne baba fikir birliği içerisinde olmalı, uygun ebeveyn tutumları ve disiplin yöntemleri uygulanmalıdır. Çocuk bu şekilde beklemeyi, kurala uymayı öğrenir. Bu da onun mutlu ve huzurlu bir birey olmasını sağlar.

Özellikle üç yaşından sonra diğer çocuklarla bir arada bulunmasını sağlayın. Çocuklar diğer çocuklarla birada bulunarak paylaşmayı, birlikte oyun oynamayı, sorun çözmeyi öğrenirler.

Yaşına uygun olarak kendisine ait işleri yapması konusunda fırsat tanıyın.

Yaşından büyük olgunluğa sahip olmasını beklemeyin.

Çocuğun da söz hakkı olmasını sağlayın. Ancak bunu yaparken tüm kararları çocuğun almasına, sizi yönetmesine izin vermeyin.

Anne babaların tek çocuk olmayı bir sorun olarak görmemeleri tek çocuk olmanın dezavantajlarının avantaja dönüştürülebilmesi ile mümkün olabilir. Tek çocuğa sahip olmanın en büyük avantajı maddi olanakların tamamının tek bir çocuk için kullanılıyor olmasıdır. Beslenme, bakım ve eğitim olanakları açısından bakıldığında tek çocuğa ayrılacak maddi olanakların birden çok çocuğa ayrılacak olanaklardan daha fazla olacağı kuşkusuzdur.

http://www.bebekcocukdunyasi.com/

24 Nisan 2010 Cumartesi

Bebeklik Döneminde Bilişsel Gelişim ve Hafıza ( Bebeğim ve Biz Dergisi,Uzm. Psikolojik Danışman Elvan Ucur)

Gelişim, anne karnında oluşumdan ölüme kadar insan bünyesinde meydana gelen değişikliklerdir. Bu değişiklikler bedensel ve motor, bilişsel ve dil, sosyal ve duygusal süreçleri kapsamaktadır. Olgunlaşma ise, kişinin doğuştan getirdiği potansiyelin büyüme ve öğrenme ile birlikte ortaya çıkmasıdır. Çocuğun kaşığı tutabilmesi için kaslarının belli bir olgunluğa ulaşması ya da zihinsel olarak konuşmaya hazır olması için geçmişteki olayları hatırlama ve şimdiki yaşantılarla ilişki kurmaya başlaması gibi.


Bilişsel gelişim, çocuğun kendisini, çevresini anlamasını ve kavramasını, bilgiyi, bellek ve hatırlama gücünü, akıl yürütmeyi, sorun çözmeyi, kavramsal gelişimi ve düşünmeyi yani zihni içine alır. Bilginin kısa süreli belleğe aktarılmasını sağlayan süreçlerden bir olan algı, duyu organlarına gelen (görme, işitme, koklama, tad ve dokunma duyumlarını alan organlar) uyarıcılara anlam verilmesi, yorumlanmasıdır. Dikkat ise bilgi işlemeyi başlatan bir süreçtir ve organizmanın belirli uyarıcılar üzerinde yoğunlaşmasını sağlar.

Bilginin kısa süreli belleğe geçip geçmeyeceğini dikkat belirler. Kısa süreli bellek ise çalışan bellektir ve birkaç dakikayı geçmeyen hatırlama durumlarında görülür. Bilgiyi kısa süreli olsa da depolar. Uzun süreli bellek ise daha zengin ve derindir. Bilginin her istendiğinde kullanıma olanak verir. Örneğin, birinin bize bir telefon numarası verdiğini ve bizim yazma olanağımızın olmadığını düşünelim. Telefonu hemen elimize alıp aklımızda tuttuğumuz numarayı çevirelim. İşte burada kısa süreli belleğimizi kullanırız. Birkaç saat sonra tekrar aynı numarayı aramamız gerektiğinde uzun süreli belleğimize başvururuz. Eğer bu telefon numarası bizim için gerekli ise, zihnimizde bu bilgiyi tekrar etmişsek ve uzun süreli bellek ile ilişkilendirebilmişsek aynı numarayı rahatlıkla hatırlayabiliriz. Diğer durumda bize numarayı veren kişiyle tekrar irtibat haline geçmememiz gerekir.

Bilginin hafızada tutulduğu süre içerisinde belli aşamalarından bahsedebiliyoruz:

İlk olarak bilginin algılanması ve kodlanması gerekir. Bir önceki örnekte telefon numarasını aklımızda tutmaya çalıştıysak sesle ilgili bir kodlama yaparız. Eğer numara bize bir kağıda yazılı şekilde verildiyse görsel kodu kullanırız. İkinci aşamada tespit edilen bilginin bir süre saklanması yani depolanmasıdır. En son aşamada bilgi cevap olarak ortaya çıkar, telefon numarasının hatırlanması gibi. Bilginin aranması, bulunması ve geriye getirilmesi söz konusudur. Bu aşamalar hem kısa hem de uzun süreli bellek için geçerlidir.

Bu genel bilgilerin doğrultusunda yaşamın ilk yıllarında yani bebeklik dönemindeki bilişsel gelişim süreçlerine ve hafızanın gelişimine değinelim.

Doğumundan itibaren bebek, çevresini keşfetme çabası içerisine girer. Görebilir, işitebilir, tat alabilir, acıyı hisseder, dokunulmaya karşı duyarlıdır. Sahip olduğu tutma ve yakalama refleksleriyle bebekler çevreye uyum sağlamaya çalışırlar. Bebeklerin keşif amaçlı hareketlerinin içerisinde çevresindeki objeleri ağzına götürme, dokunma gibi hareketler de vardır. İlk aylardaki bu refleks davranışların, çocuğun tecrübe edinmesini ve uyarıcıyla ilgili bilgiyi belleğine yerleştirmesini sağladığı düşünülmektedir. Bebeğin ilk iki yılda keşfetme ve uyum sağlama amacıyla çevreyle kurduğu etkileşim öğrenme deneyimlerini oluşturmakta ve bilişsel gelişimin temelini atmaktadır.

Bebeğin çevreyi keşfi sırasında rastlantı sonucu gözlediği bir hareket tekrarlayabilir hale gelmektedir. Örneğin, yere düşürdüğü oyuncağın çıkardığı sesin dikkatini çekmesi ve oyuncağı eline aldığında yeniden atması gibi. Bu da yeni öğrenme deneyimlerine açık olduklarının ve tecrübeyi akılda tutarak hareketi tekrarlayabildiklerinin bir göstergesidir.

İşitme anne karnında geliştiğinden doğumundan itibaren sesli uyarıları almaya ve tepkide bulunmaya başlarlar. 3 aylık olduklarında annelerinin seslerini başkasının sesinden ayırt edebilirler. Ağlama bebeğin ilk iletişim şeklidir. Dil gelişimi ilerledikçe ağlama azalır. İlk altı ayda anlamsız sesler çıkaran çocuk, ses çıkarmayı taklit eder. 1 yaşına geldiğinde sesleri taklit etmeye hazır olan çocuk, kişilere ya da nesnelere yönelik kullanılan sözcükleri hafızasında tutmaya başlar.

İlk iki yılda bebeğin duygusal gelişimindeki öğrenme deneyimlerine bakıldığında, ilk haftalarda bebeğin gülümsemesinin refleks bir davranış olduğu, 3–4 haftadan sonra özellikle insan sesi ve yüzüne yönelik gülümsemelerin daha sosyal amaçlı olduğu düşünülmektedir.

İlk aylarda görsel alanı içinde olan nesne ortadan kaldırılınca nesnenin artık var olmadığını düşünen çocuk, 1 yaşına yaklaştıkça (7 – 10 aylık gibi) nesnenin sürekliliğini kavramaya başlar. Bellek ve hatırlamaya ilişkin ilk sinyaller nesne sürekliliğinin oluşmasıyla gözlenmektedir. Örneğin, görsel alanı içerisindeki bir oyuncak masanın altına konulduğunda önceleri ilgi göstermeyen çocuk, nesne sürekliliğini kazandıkça ortadan kaybolan oyuncağını aramaya çalışır. Ancak farklı bir yere dikkati çekildiğinde onu aramayı unutabilir. Bunun nedeni belleğin henüz bebeğin denetimi altında olmaması olarak açıklanabilir. Aynı şekilde annenin veya kendisine bakan kişinin yanından ayrılsa bile hala var olduğunu anlaması önceden yaşanılan ayrılığa yönelik endişeyi azaltır. Nesnenin sürekliğinin kavranması bilişsel gelişimin önemli bir adımıdır.

İlk yılın sonunda çocuk daha çok hareket eder, yürüyebilir, anlamlı sözcükler söyleyebilir. Anlama ve kavrama becerileri gelişmiştir, artık bir birey olarak var olduğunu kavramaya başlar. Bu dönemde gelişen beceriler çocuğun, deneme yanılma yoluyla daha fazla keşifte bulunmasını sağlar ve öğrenmeye yönelik deneyimleri artar. Tekrar eden davranışların yerini denemeye açık yeni davranışlar alır.

Bebeklerin duyu organları aracılığıyla aldıkları bilgileri nasıl anlamlandırdıkları ile ilgili sorular halen araştırma konusudur. Ancak yapılan araştırmalar kavram gelişiminin önemli olduğunu göstermektedir. Kavramlar yoluyla gelen bilgiyi örgütleme söz konusudur. Kavram oluşturma, zihinsel bir tasarım ya da zihinsel bir bellek oluşturma olarak düşünülebilir. Örneğin yeni doğan bebeklerin anne veya babalarını tanımadıkları diğer insanlardan ayırt edemedikleri belirlenmiştir. Örneğin, bebek anneye baktığında görsel bir bilgi elde eder ve kendisinin ihtiyaçlarını karşılayan bu kişiyle ilgili edindiği bilgileri örgütler. Yani annenin görüntüsü ve onun hakkındaki bilgiler birikerek belleği uyarır. Süt, anneyle ilgili bebeğin edindiği bilgilerden biridir. Annenin görüntüsü görsel bilgiyi, sütün kokusu ise kokusal bilgiyi oluşturmaktadır. Sese ilişkin işitsel bilgi ve anne tarafından kucaklandığındaki dokunsal bilgi de “anne” kavramının oluşumunda bellekte depolanan değişmez bilgiler arasındadır.

Farklı bir örnek vermek gerekirse, bebekler biberonla karşılaştıklarında kokusu, görüntüsü ve neye benzediği ile ilgili bilgi edinirler. Her karşılaşmada elde edilen bu bilgiler değişmezdir ve bebekler bu değişmez bilgiyi kavram oluşturmada kullanabilecekleri bilişsel yeteneğe doğuştan sahiptirler.

Araştırmalar en erken hafızanın sürece bağlı oluşan hafıza olduğunu belirtir. Burada bahsedilen süreç, bebeğin gelişim evrelerinde kazandığı becerilerle davranışlarını geliştirmesidir. Örneğin, çocuğun kaşığı tutmayı öğrenmesi, ufak parçalar halindeki yumuşak yiyecekleri ağzına götürmesi, daha ileriki zamanlarda ayakkabılarını giymesi, hatta bisiklet kullanması gibi. Sürece bağlı olarak oluşan hafızada daha önce bahsettiğimiz olgunlaşmanın yani kişinin doğuştan getirdiği potansiyeli büyüme ve öğrenme ile birlikte ortaya çıkarmasının da etkili olduğunu görüyoruz.

Sonuç olarak, bebeğin ilk yıllarındaki bilişsel gelişiminin, öğrenme ve hafıza becerilerinin kavram oluşturma ve sürece bağlı oluşan hafıza yoluyla biçimlendiğinden bahsettik.

Bu dönemde aile ve çevre faktörü ne kadar etkilidir?

Yapılan araştırmalar, gebelikte annenin yetersiz ve kötü beslenmesinin anne ve fetüs üzerinde olumsuz etkilerini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde doğum sonrası kötü beslenen çocuklarda da bilişsel gelişimin olumsuz etkilenebildiği görülmüştür.

Duygusal sorunlar yaşayan çocukların (ihmal ve istismara uğrayan çocuklar, aile içi ilişkilerde şiddetli sorun ve anne-baba çatışmaları gibi) bilişsel gelişimlerinin yine dikkat ve konsantrasyon becerilerinin, hafıza gelişimlerinin olumsuzluklardan etkilenebildiği de belirtilmektedir.

Bilişsel gelişimi ve özellikle hafıza gelişimini destekleme amacıyla neler yapabiliriz?

İlk aylarda;

Bebeğinizle göz kontağı kurun, gülümseyin ve memnuniyetinizi ifade edin. Onunla konuşun. Görüntünüz ve sesiniz ona bilgi olarak gidecektir.

Bebeğin keşifleri taklit yoluyla şekillenecektir. Keşfettiği ve tanıdığı nesneleri ona sunarak tecrübelerini attırın.

Oyun malzemeleriyle uyarıcı zenginliği sağlayın. Bakabileceği, tutabileceği, hareket ettirebileceği objeler verin. Farklı boyutlarda, dokularda ve ses çıkartan oyuncaklar kullanın.

Onunla konuşurken çıkardığı sesleri dinleyin, onu taklit edin, yeni sesler çıkarması için onu cesaretlendirin.

Sesli uyaranlarla dikkatini çekin, şarkı veya ninni söyleyerek ritimli oyunlar oynayın.

Sürekli ismini kullanın. Yanına gelen kişiyi ona tanıtın. “Anne geldi”, “Bak baba geldi”... gibi

Düzenli uyku ve uygun beslenme sağlayın.

Anlama ve kavrama becerileri geliştikçe;

Yavaş ve anlaşılır konuşun, beden dilinizle konuşmanızı destekleyin.

Günlük alışkanlıklar hakkında bilgi verin. “Akşam oldu, şimdi mama sandalyemize oturalım ve anne sana yemeğini getirsin”

Resimli hikayelere bakın, resimleri ona anlatın, nesnelerin isimlerini söyleyin, taklit etmesini sağlayın.
Vermek istediğiniz bilgileri parça parça verin, bir anda her şeyi öğretmeye çalışmayın.

Bebeğinizin ilk aylarda kullanabilecceği oyuncaklar için ;
BEBEK ÇOCUK DÜNYASIna gelin

http://www.bebekcocukdunyasi.com/

23 Nisan 2010 Cuma

Savaş Yaşayan Bir Çocuğun Dünyası (Uzm. Psikolojik Danışman Tuğba Gürçağ)

Günümüz dünyasında savaş olgusu, teknolojinin ve medeniyetin ilerlemesi ve gelişmesiyle birlikte tüm hayatımıza iyice yerleşmiş durumdadır. Çeşitli bilgisayar oyunları, televizyondaki dizi ve filmler, gazetelerdeki haberler aracılığıyla evimize giren savaş içerikli öğeler, bizler ne kadar çocuklarımızı uzak tutmaya çalışsak ta onlara ulaşmaktadır. Savaş insanların kendi elleriyle oluşturdukları felaketlerin en büyüğüdür. Savaşı sadece dışarıdan izleyen bireyler bile travmatize olurken; savaşı bizzat yaşayan, savaşa asker olarak katılan, savaş ortamında bulunan, savaşta yakınlarını kaybeden herkes savaş mağduru olmakta ve travma yaşayabilmektedir. Savaşlarda yaşananlar çocukların ruhsal dengelerini sürdürmelerini zorlaştırmakta, yaşamın devamı için gerekli olan güvenlik ve korunma duygularını derinden sarsmaktadır. Savaşı yaşayan çocuklar gerçek bir ölüm-kalım süreci yaşarlar.

Piaget’e göre çocukların dünyayı algılamaları, anlamaları ve düşünmeleri için gereken çeşitli yollar vardır. Bu yollara şema denir. Şemaların oluşumu, değişimi, gelişimi ve biçimlenmesi; zihinsel gelişimin temeli olarak düşünülebilir. Organizmalar, içinde yaşadıkları dünyayı kurgular ve zihinlerine kaydederler. Bu kayıtlar organizmaların davranışlarını belirlemektedir. Şemalar, deneyimler sonucu kazanılan, organize edilen ve süreklilik kazanan davranış örüntüleridir. Çocuğun neredeyse her konu ile ilgili şeması vardır ve yeni kişiler tanıdıkça, yeni nesneler ile karşılaştıkça, yeni olaylar yaşadıkça bu şemaların sayıları artmaktadır. Şemaları üç alt grupta incelemekteyiz: 1) davranış şemaları 2) sembolik şemalar 3) düşünce-işlem şemaları.

1) Davranış Şemaları: Bu şemalar bebeklikten itibaren, bir nesne ile etkileşim ve deneyim sonucunda oluşan en ilkel entelektüel şemalardır. Bu şemalar ilk iki yılda yani Piaget’e göre duyusal-motor evrede oluşmaktadır. Bu dönemde bebek duyarak, hissederek, yaparak dünyayı öğrenir yani beş duyu bebek için çok önemlidir. Bu dönemde oluşturulan şemaların sayısındaki fazlalık, yeni şemaların eklenebilirliğini kolaylaştırmaktadır. Emme ve yakalama refleksleri ile davranış şemaları oluşmaktadır, böylece çocuk ilk önce kendini sonra çevresini anlamaya ve tanımaya başlamaktadır. Savaş döneminde büyüyen çocukların çevrelerinde şema oluşturabilecekleri uyaran sayısı, diğer çocuklara göre daha azdır. Bu dönemde oluşan şemalar sadece yakın çevre ile ilişkili olacaktır. Normal bir fiziksel ve sosyal ortamda büyüyen bir çocuk bu dönemde oyuncaklar, kitaplar, odalardaki değişik malzemeler, çeşitli mamalar, yoğurtlar, vb. gibi birçok uyaran ile karşılaşıp onların özelliklerini öğrenmeye başlayarak şemalarını oluşturma aşamasına gelebilirken; savaş ortamında büyüyen çocuklar bu tarz uyaranlar yerine daha çok savaş ile ilgili ve savaşı anımsatacak obje ve uyarıcılar ile karşılaşacaklardır. Savaş ortamında büyüyen çocuklar sıklıkla kendilerine ait bir yatağa-odaya-eve sahip olamayabilirler. Bu nedenle bu kavramların şemaları bu çocuklarda bizim bildiğimiz anlamda oluşmayacaktır. Onlar kendi yattıkları yeri yatak, kaldıkları sığınağı da ev olarak şema haline getireceklerdir yani bu eşyalara ilişkin şemaları aynı yaş grubunda olup barış ortamında yaşayan çocuklardan daha farklı olacaktır. Bilişsel gelişim, şema oluşumu ve gelişimi ile paralel gitmektedir. Savaş ortamında büyüyen çocukların karşılaştıkları uyaranlar daha az olacağından oluşturacakları şema sayısı da az olacaktır, bu da ileriki dönemlerde bilişsel gelişimi olumsuz yönde etkileyebilir, çünkü şemalar bilişsel gelişimin temelini oluşturmaktadır. Eğer temel sağlam olmazsa, yapı da sağlam olmayacaktır.

Savaş ortamında büyüyen çocukların, bu ortamın temel özelliği olan yüksek sese karşı tepkisiz kalması mümkün değildir. Ortada gezen tankların sesleri, patlayan top ve bomba sesleri, gökyüzünde gezen füze sesleri, askerlerin ayak ve koşma sesleri, acıdan dolayı inleyen ve ağlayan insanların sesleri, savaşan ve kaçışan insanların bağırma ve çığlık sesleri çocuklarda yüksek sese karşı şema gelişimine neden olacaktır. Bu sesleri duyan çocuklar genellikle huzursuz olurlar ve korkarlar. Bunların sonrasında da çocuklar ağlama tepkisi geliştirirler. Bunların yanı sıra bu yaş dönemindeki çocuklar direk olarak annenin ve babanın duygularını kopyalayarak yaşamaktadırlar. Annesi ve babasının yaşadığı duygular çocuğun duygularına rehberlik edecektir. Yani huzursuz, kaygılı, sıkıntılı, mutsuz ebeveynlerin çocukları da aynen bu duyguları yaşayacaktır. Ayrıca bu dönemde çocuklarda taklit seslerin kullanımı gözlenmektedir. Çocuklar sıklıkla çevreden duydukları bom-güm gibi sesleri taklit edebilirler ve bunlara yönelik şemalar geliştirebilirler. Bu çocukların yiyeceklere ve oyuncaklara ilişkin şemaları da diğer yaşıtlarına oranla daha farklı ve sınırlı olacaktır. Ne yerse ve ne ile oynarsa çocuk onun şemasını geliştirecektir.

2) Sembolik Şemalar: Bu şemalar ikinci yılın sonundan itibaren oluşmaya başlar. Bu şemalar yaşanmış bir olayı düşünüp onun sonucuna göre davrandığımız şemalardır, deneyimlerimiz ve geçmişteki olaylar sonucunda sözel veya düşünsel boyutta ortaya çıkarlar. Çocuklar 0-2 yaş döneminde geliştirdikleri şemaların sonrasında, bu dönemde yeni şemalar geliştirebilirler. Örneğin askerlere ilişkin şemalarda; askerlerin silahı vardır, çok korkutucu bir ses çıkarır bom diye, askerler yeşil giyer, şapkaları vardır, insanlara ateş ederler, insanları öldürürler..gibi askerlerin özellikleri doğrultusunda şemalar geliştirilebilir. Savaşa ilişkin gelişen şemalarda: anne-baba gider, herkes bağırır, çok ses çıkar, askerler olur, bombalar patlar, karanlık olur, ışık yakılmaz, vb. gibi özellikler yar alabilir. Bu yaşta çocukların dil kullanımı becerisi gelişmeye başlar. Çocukların kullandığı kelime sayısı arttıkça oluşturdukları şemaların sayısı da artacaktır. Ancak savaş ortamında çevrede kullanılan dil ve kelimeler sınırlı ve az sayıda olacağından çocuk sadece bu kelimeleri öğrenecektir. Bu yaştaki çocuklar için özümleme çok önemlidir. Yani çocuk öğrendiği bir şeyi çok sık tekrar eder. Savaşa ait sorular sıklıkla sorabilir: Nereye gittiler? Neden gittiler? Ne olacak? Bunlar ne işe yarıyor? Biz niye buradayız? Burası neresi? . Burada yetişkinlerin çocuğa nasıl yanıt vereceği ya da yanıt verip veremeyeceği konusu çok önemlidir. Çocuğu en doğru ve güvenilir bilgi ile bilgilendirmek gereklidir ancak savaş ortamında çocuğa bu bilgiyi doğru ve anlayabileceği düzeyde sunabilecek bir yetişkinin varlığının olup olmadığı bilgisi bile çok önemlidir.

Bu dönemde oyun simgeleşerek gelişmeye başlamaktadır. Savaş ile birlikte büyüyen çocukların oyun materyalleri diğer çocuklara oranla daha sınırlı sayıda olacaktır. Bu dönemde oyunlar genellikle tek başına oynanır. Bu dönemde çocuğu dil ve kavram gelişimi en önemli gelişim özelliklerinden olduğu için çocuğun savaş ile ilgili kavramları çevreden duyarak öğrenecek: savaş, ölüm, kan, silah, kavga, nefret, hüzün, kaygı, ülke gibi kavramların şemalarını oluşturacaktır. Örneğin silahlı bir askerden kaçan bir bireyi gören çocuk; silah ve askerin korkutucu olduğuna ve onları görünce kaçması gerektiğine dair bir şema geliştirebilir. Ayrıca çocuklar bu şemaları oyunlarında da kullanırlar. Öğrendikleri kelime ve kavramlar doğrultusunda çocuklar birbirlerine oyuncaklarını fırlatarak bomba atma oyunu, ellerine aldıkları iki tahta parçası ile savaşçılık oyunu, bu tahtalarla birbirlerini kovalayarak askercilik oyunu oynayabilirler. Ayrıca bu yaşlardaki çocukların genellikle hayali arkadaşları olabilmektedir. Çocuklar savaş ortamı içinde arkadaşlarını ya düşmanların içinden ya da süper kahramanlar içinden seçerler. Böylece ya düşman ile savaşırlar ya da süper kahramanlar gelip onları kurtarır.

Savaşı yaşayan bu dönem çocukları olup biten olumsuzluklardan, yaşanan felaketlerden kendilerini sorumlu tutabilmektedirler çünkü bu dönemde benmerkezci özellikler sergilemektedirler. Bu tutum çocuklarda ciddi suçluluk duygularının yaşanmasına ve suçluluk şemalarının oluşumuna sebep olabilmektedir.

3) Düşünce-İşlem Şemaları: Bu dönem yedi yaştan itibaren görülmektedir. Bu dönemde şemalar içsel zihinsel aktiviteler ile oluşmaktadır. Çocuklar şemalar aracılığı ile nesne ve olaylara katkı yapmaktadırlar. Gruplama-kıyaslama-serileme becerileri bu dönemde kazanılır. Bu dönemde çocuklar mantıksal düşünme becerisini edinmeye başlarlar. Örneğin 2-6 yaş döneminde çocuk her askere aynı özellikleri atfederken, bu yaş döneminde çocuk her yeşil giyinenin asker olmadığını, aslında iki grup asker olduğunu, bir grubun düşman askeri olduğunu, diğer grubun onu ve çevresini korumak için savaştığını öğrenir ve şemalarını değiştirerek uyma davranışı geliştirir. Bu sayede çocuk ben ve başkalarını da öğrenmektedir. Savaşın sadece kendini ve çevresini etkilediğini düşünen, hatta bu savaşın çıkış nedeni olarak kendini sorumlu hisseden çocuk, bu gelişim döneminde başka bireylerin de savaştan olumsuz yönde etkilendiğini görmeye başlar. Bunun sonucu olarak çocuk bu duruma karşılık ne yapabileceğini düşünmeye başlar çünkü bu dönemde problem çözebilme becerileri de gelişmektedir. Çevresinde hep silahlar, bombalar, tanklar, uçaklar, füzeler gören çocuk bu silahların evleri, ormanları, ağaçları, marketleri, insanları yıprattığını görür ve buna engel olabilmek için insanların hiç bir şey yapamadığını fark eder ve bu olaylar onu çaresizlik duygusunu hissetmeye ve şemalarını oluşturmaya iter. Sonrasında çocuk problem çözme ile ilgili şemalar oluşturmaya başlar. Çaresizliği hakkında neler yapabileceğini düşünür, önce kendisini ve ailesin, sonra akrabalarını ve yakın çevresini, daha sonra da ülkesini korumak adına vatanseverlik şeması geliştirebilir. Bu dönemde çocuklar savaşı daha gerçekçi algılarlar ve bu da özellikle çaresizlik ve öfke duygularının açığa çıkışını tetiklemektedir. Çocukların güvenlik ve korunma duyguları sarsıldığı için geleceğe yönelik kaygıları ortaya çıkmaktadır.

Bu yaştaki çocuklara savaşın iki ülke arasında olduğu, aslında insanlardan çok olayın ülkeler arası olduğu anlatıldığı zaman çocuğun şemaları da ona göre şekillenecektir. Savaşların genellikle toprakları büyütmek ve yer edinmek ile ilgili olduğunu öğrenen çocuk bu doğrultuda savaş şemalarını geliştirecektir.

Vygotsky’e göre çocuğun zihinsel gelişimi Piaget’te olduğu gibi sadece çocuğun kendi başına geçekleştirdiği bir süreç değildir. Başka bireyler de çocuğun gelişiminde çocuğa yol gösterebilir, bilgi verebilir ve bir şeyler öğretebilirler. Vygotsky’e göre çocuğun belli bir gelişim düzeyinde yapabileceği birtakım davranışlar vardır. Ancak öyle davranışlar vardır ki çocuk bunları gerçekleştirebilmek için yetişkininin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Buna proximal zone denmektedir. Savaş ortamında büyüyen bir çocuğun çevresinde ona rehberlik edebilecek, ona bilgi sunup onu eğitebilecek yetişkinlerin mevcut olmama ihtimali çok yüksek olduğundan, yetişkin varsa bile bu yetişkinin bu görevi savaş ortamında ne kadar sağlıklı yapabileceğinden emin olmadığımızdan dolayı, çocuğun bu yönlerden gelişimi çok mümkün olmayacaktır. Vygotsky’e göre zihinsel gelişim dış etkilere açıktır. Çevreden bireye doğru bir yol izlemektedir. Çocuklar dış dünya ile etkileşim kurarlar, diğer bireyleri ve onların etkileşimlerini izlerler ve bunları kendi zihinsel gelişimleri için kullanırlar. Bu sürece içselleştirme adı verilir. Çocuk içselleştirme yaparak sosyal çevreden edindiği bilgileri kazanarak özümser. Burada yetişkinlerin asıl görevi çocuğun içsel denetimini destekleyerek onu güdümlemektir. Eğer çocuk savaş ortamında yetişkin desteğinden mahrum kalırsa içsel denetimini kazanamaz ve dıştan denetimli ve yönlendirilen bir birey olur. Eğer savaş ortamında yetişkinden faydalanmak mümkün değilse onu yerine daha başarılı ve eğitimli çocukları rehber olarak kullanılabilinmektedir. Savaş ortamında aynı evde ya da sığınakta yaşamını sürdüren çocuklar birbirlerine rehberlik yaparak eğitsel süreçlerine devam edebilirler.

Vygotsky’e göre kavram gelişimi iki şekilde olmaktadır: biri kendiliğinden öğrenilen kavramlar, diğeri de öğretilen kavramlar. Kendiliğinden öğrenilen kavramlar günlük hayatta öğrenilen kavramlardır. Savaş ortamında çocuğun öğrendiği savaşın sadece kendisini, ailesini, aynı ortamda bulunduğu kişileri etkileyen, şiddet ve vahşet unsurları içeren, korkutucu bir olgu olduğudur. Öğretilen kavramlar ise okulda edindiğimiz kavramlardır. Savaş ortamında çocukların okula devam edebilmek gibi bir şansları olmadığından çocuklar okullarda öğretilen savaşa ait tarihsel bilgileri, savaş yıllarını, hangi ülkelerin savaştığını, kimin kazandığını, kimin kaybettiğini öğrenemezler. Sadece kendi sosyal deneyimleri ile savaşı tanırlar.

Burada önemli olan bir diğer nokta çocukların dönemlere göre olayları ve olguları nasıl farklı algıladığıdır. 2 yaşındaki bir çocuk için savaş kelimesi bir huzursuzluk ortamını ifade ederken, 5-6 yaşlarında bir çocuk için askerlerin ellerinde silahlarla gezerek insanları öldürdüğü kaotik bir ortamken, 11 yaş çocuğu için iki devletin toprak paylaşımı için yaptığı kavgayı ifade edebilir. Ayrıca dil ve dil kullanımı Vygotsky’e göre çok önemlidir. Kavramları, olgu ve olayları ifade etmek için kullanılan dil, yaşanılan çevreden etkilenir. Savaş ortamında gelişen bir çocuğun sözcük dağarcığı, savaşa ilişkin kelimeler ve çevresindeki yaşıtları ve yetişkinlerin kullandığı kelimeler ile sınırlı kalacaktır. Kullanılan dil, çocuğun bilişsel süreçlerini de etkileyecektir.

Vygotsky’e göre oyun sosyal ortamdan ve sosyal olaylardan etkilenen bir olgudur. Oyun, toplumu ve topluma ait ipuçlarını bize veren sembolik bir etkinliktir. Çocuklar oyunlarında içinde bulundukları topluma ve sosyal ortama göre oyunlarını düzenlerler. Oyun bilişsel gelişime önemli ölçüde katkılar yapmaktadır. Çocuklar oyun aracılığı ile zihinsel imgelemlerini sembolize etmektedirler. Savaş ortamında gelişen oyuna ilişkin zihinsel imgeler daha çok şiddet içerikli olacağından çocukların oyunları da şiddet öğeleri içerecektir. Daha çok savaşçılık gibi kavgalı dövüşlü oyunları tercih edebilirler. Bu tarz oyunların yanı sıra belki de çocuklar savaş esnasında saklanırken sessizce beklemeyi öğrendiklerinden bunu da oyunlarına yansıtıp daha sessiz sakin beklemeli oyunları da tercih edebilirler.

Bronfenbrenner’e göre çocuk ilk önce anne ve babası ile ya da ona bakan kişi ile, sonra kardeşleri, komşuları, arkadaşları ile etkileşime girerek gelişir. Çocuk bu etkileşimin merkezindedir. Ancak savaş ortamında çocuk bunların çok azı hatta belki hiç biri ile sağlıklı bir ilişki kuramayacaktır. Bu etkileşimin eksik kalışı, çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkileyecektir çünkü insanlar sosyal varlıklardır ve sosyal etkileşim olmadıkça gelişim mümkün değildir.

Bağlanma ve Savaş

Bir yaşına kadar çocuk diğer bireyle bağımlıdır. Tek başına bir şeyler yaparak hayatta kalması mümkün değildir çünkü henüz becerileri yeterince gelişmemiştir. İlk yıllarda anne ile kurulan ilişki güven duygusunun ve tüm duygusal ilişkilerin temelini oluşturmaktadır. Anne-çocuk arasındaki başarısız ilişki çocuğun dış dünyayı tanımasını ve kavramasını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bebek için anne her şey demektir. Annenin çocuğun yaşamından herhangi bir nedenle çıkması, çocuğun dış dünya ile ilişkisini olumsuz yönde etkiler ve güven duygusunu sarsar. Bowlby’e göre ilk beş yılda anneden ayrı kalan çocuklarda suçlu kişilik yapısı oluşma olasılığı yüksektir. Savaş nedeniyle annesinden ayrı kalan çocukların ileriki yıllarda suç işleme ve saldırgan kişilik yapısı geliştirme riski vardır. Ericsson’a göre ilk on sekiz ayda temel bağlılık gereksinimleri karşılanan çocuklar kişilik gelişimi açısından sonraki aşamalara devam edebilirler. Eğer gereksinimleri karşılanmamış ise bir sonraki gelişim aşamasına geçemeyebilirler. Savaş döneminde temel ihtiyaçları anneleri tarafından giderilemeyen ve anne yoksunluğu yaşayan çocuklar gelişimin diğer evrelerine atlayamayabilirler.


Ainsworth ve arkadaşlarının geliştirdiği ve Bowlby tarafından tanımlanan bağlanma kuramına göre üç farklı bağlanma stili vardır: Güvenli bağlanma: Çocuk anneyi temel güven kaynağı olarak almakta ve çevre ile ilişkilerini bu bağlamda düzenlemektedir. Güvenli bağlanma geliştirebilmek için çocuğa kesintisiz ve tutarlı tepki veren ve her zaman ulaşılabilir bir bakım verici olması gerekmektedir. Savaş ortamında büyüyen bir çocuğun böyle sağlıklı bir modele sahip olarak güvenli bir bağlanma geliştirmesi mümkün değildir. Çünkü anne ve çocuk ayrı mekanlarda kalmak durumunda olabilirler, birbirlerinden ayrılmak zorunda kalabilirler, hatta bir daha bir araya gelemeyebilirler. Ayrıca anneden başka baba ve ya çocuğa bakan kişi ile de aynı durumların yaşanması, bakım veren kişilerin değişmesi söz konusu olabilir. Bu tarz olumsuz yaşantılar sebebiyle çocuk güven duygusu geliştiremez, ihtiyaçları da karşılanmadığı için güvenli bağlanma gerçekleştiremez. Ayrıca kaotik ve travmatik savaş ortamında olumsuz duygular yaşayan anne-baba-bakıcının çocuğa yaklaşımı da olumsuz olacağından çocuk yine güvenli bir bağlanma gerçekleştiremez. Çocuğun savaş dönemi öncesinde ihtiyaçlarını gideren ve güven duyduğu birisi varsa bu dönemde çocuğun yanında oluşu, çocuğa huzur ve güven verebilir.Bir diğer bağlanma stili güvensiz bağlanmadır. Güvensiz bağlanmada anne çocuktan uzak durmakta, çocuğa duygusuz yaklaşmakta hatta çocuktan kaçınmaktadır. Kaygılı bağlanmada ise anne-baba-bakıcı çocuğun isteklerini gidermekte gecikmektedirler, tutarsız bir tablo sergilemektedirler bu durumda çocukta kaygı yaratmaktadır.


Savaş ortamında büyüyen çocuklar genellikle kaygılı veya güvensiz bağlanma gerçekleştirirler. Bu tarz bağlanma kalıpları geliştiren çocuklar ileride savaşan ve savaşı yaratan yetişkinler olabilirler.

http://www.bebekcocukdunyasi.com/

21 Nisan 2010 Çarşamba

Bırakın Kirlenere Öğrensin ( Bebeğim ve Biz - Uzm. Pedagog / Psikolojik Danışman Belgin Temur )

İşte size ufak bir sır: Okul çağına gelmemiş çocuklar, tertemiz olmadıkları zaman, çok daha iyi öğreniyorlar. Bu dönemde üstleri başları çamur ya da boya içinde olabilir, ama bırakın böyle eğlensin. Bu, gelişiminin önemli bir parçası.


Oyunlar oynarken sürekli ortalığı birbirine katan ve kirleten bir çocuğunuz mu var? Bu konuda endişelenmenize hiç gerek yok. Çünkü bu durum, onun gelişim özelliklerinden biri. Okul çağına gelmemiş çocukların bu tür karışıklıklar yaratmaları normal hatta sağlıklı denebilir. İşin gerçeği, ortalığı dağıtmak, o yaştaki çocuklar için sadece eğlenmelerini sağlayan bir olay değil aynı zamanda kendilerini geliştirmeleri için de bir fırsat. Siz de çocuğunuzu bırakın biraz kirli dolaşsın, çünkü önünde zaten düzgün elbiselerle ve temiz bir suratla geçireceği uzun bir hayat var. Şimdi sizin göreviniz onun çocuk olmasına izin vermek. İşte neden bu konuda biraz daha hoşgörülü davranmanızın, çocuğunuz için büyük faydalar sağlayabileceği hakkında bazı görüşler...

Dünyayla bağlantıda olmak

2-3 yaşlarındaki çocuklar çevreleri hakkında görerek, tadarak ve dokunarak bilgi sahibi olurlar. Çocuk gelişimi uzmanları, “Eğer bir nesneyi çocuğunuza kelimelerle tarif ederseniz, çabucak bütün ayrıntıları unutabilir. Ama eğer elinde parçalamasına ya da sıkmasına izin verirseniz çok rahat bir şekilde hatırlayacaktır.” diyorlar. Eğer bir şey, çocuğun elinden geçmemişse, aklında da yer etmiyor. Yani bazı yaramazlıklar, oluşmakta olan bilinçten başka bir şey değil aslında.

Eğer çocuğunuzu her ortalığı dağıttığında azarlar veya temizlenmesi için acele ettirirseniz, bunu ona oynamaması için ya da öğrenmemesini söylüyormuşsunuz gibi algılayabilir. Çocuğunuza, etrafını kendi bildiği şekilde keşfetmesi için bir şans vermek (burnu çamurun içinde olsa da), sizin onun merakını desteklediğinizi gösterecektir.

Kaosu dizginlemek

Tabii ki çocuğunuzun istediği zaman istediği yerde ortalığı dağıtmasına izin vermemelisiniz. Anne-babaların sınırları belirlemesi gerek. Çocuğunuza etrafı kirleten bir oyunu, belirli bir alanda oynayabileceğini anlatabilirsiniz. Mesela şöyle diyebilirsiniz: “Bugün hamurla oynayacağız, ama bunu sadece mutfak masasında yapacağız, yerde değil.”.

Evde, çocuğunuzun istediğini yapabilmesi için bir yer hazırlamak, son derece doğru bir hareket olacaktır. Rahatça boyalarıyla uğraşabileceği bir masa ya da ortalığı ıslatıp tebeşirleriyle karalayabileceği geniş bir köşe hazırlamayı düşünebilirsiniz.

Oyunbozanlık yapmak

Bazı anne-babalarsa tam tersi bir problemle karşılaşacaktırlar. Bir düzen oluşturmak için çaba harcamak yerine, çocuklarını ortalığı dağıtmak için ikna etmek zorunda kalabilirler. Bu durumu çocuğunuzun hassasiyetine bağlayabilirsiniz. Örneğin parmak boyasının ıslak ve yumuşak hissi veya çakıllı toprağın kumlu hissi ilk başlarda çocuğunuza itici gelebilir.

Eğer çocuğunuz ellerini kirletmekten hoşlanmıyorsa onu bu eğlenceyle yavaş yavaş tanıştırmalısınız. Eşit miktarlarda mısır nişastası ve suyu karıştırıp elde edebileceğiniz yumuşak bir karışımla eline bir kaşık verip oynamasını sağlamayı deneyebilirsiniz. Bir süre sonra büyük ihtimalle kaşığı bir kenara bırakacaktır. Sadece kendini bu fikre alıştırması gerekiyor olabilir.

Ortalığı toparlamak

Çocuğunuza ortalığı dağıtmanın normal bir şey olduğunu öğrettikten sonra, şimdi sırada kaçınılmaz olarak temizliği öğretmek var. Çocuk, toparlanmanın, oyun oynamanın bir parçası olduğunu ve eğlenceli olabileceğini öğrenmeli. Ona, nasıl düzgün davranılacağını göstermeniz gerekiyor.

Hoş olmayan işleri ufak görevlere bölün. Çocuğunuz oyun hamurlarının kutularını kapatıp raflara yerleştiremeyebilir, ama toplayıp kutulara yerleştirmenize yardım edebilir. Bütün işi, hatta çoğunluğunu kendi başına halledebilmesini beklemeyin. Çamurların içinde zıpladıktan sonra ayakkabıları siz temizleyebilirsiniz, o da kuruması için kapının önüne koyabilir. Kendine güveninin gelişmesine ve oyunlarını düzgün bir şekilde bitirmeyi öğrenmesine siz yardımcı olacaksınız.

“ÇOCUĞA ENGEL OLMAYIN”

Bu dönem zihinsel gelişim, motor gelişim, özbakım gelişimi ve sosyal gelişim açısından çok önemlidir. Çocuk, gelişen birçok becerisini, ihtiyaçlarını karşılamak ve dış dünyayı tanımak için kullanmak ister. Ancak beceriler yeni yeni geliştiği için çocuk; dökme, devirme, düşürme, kırma gibi sakarlıklar gösterebilir. Çünkü her işin acemisidir. Şu bir gerçek ki, acemilik evresinde yeterli deneyim kazanamayan hiçbir kimse, ustalık evresine geçemez. Bu nedenle çocuklara bu evrede bol bol fırsat vermek, yeterince iyi yapamadığı ve hem etrafı hem üstünü kirlettiği gerekçesiyle engel olunmamalıdır. Bu arada çocuğa giydirilecek giysilerin ve çevrenin, çocuğun kullanımına da uygun olması gerekir.”
 
http://www.bebekcocukdunyasi.com/

19 Nisan 2010 Pazartesi

Erkek Dadılar ( Hülya Dergisi - Pedagog Duygu Çalışır )

Bir erkek, bebeğe bir kadının gösterdiği özeni gösterebilir mi? Kadınların doğuştan çocuk yetiştirme becerisine sahip oldukları ve erkeklerin bu beceriden yoksun olduklarına dair yaygın bir inanış vardır. Ancak günümüzde yaşanan birçok durum bunun farklı olabileceğini de göstermektedir. Çocuğa yetersiz bakım veren çok sayıda kadın olduğunu son zamanlarda gerek yerli, gerekse yabancı basında görüyoruz. Buna karşılık çocuk bakma konusunda bir kadın kadar hatta bazen daha da üstünde becerikli erkekler eskiye oranla giderek artıyor.

Sizce bir erkeğin bebek bakımıyla ilgili ne tarz eğitimleri alması gerekiyor? Neler öğrenmeli?
Erkek dadıların bebeğin psikolojik ve fizyolojik gelişim özellikleri, bakım, beslenme, giyim, ilk yardım, beslenme ve tuvalet alışkanlıklarının kazandırılması, uyum ve davranış sorunları (parmak emme, alt ıslatma gibi), fiziksel rahatsızlıklar (gaz sancısı, diş ve kulak ağrıları, pişik gibi), yaşlara göre oyun ve aktiviteler, şarkı ve masallar gibi konularda eğitim almaları gerekiyor.

Bebek bakımı sizce profesyonel, öğrenilebilir bir şey mi, yoksa içgüdüsel tarafı olabilir mi?
Kadınların içgüdüsel olarak bebeği taşıma, doğurma ve bebeğe bakma becerileri ile dünyaya geldikleri düşünülmektedir. Ancak günümüzde bebek bakımından anlaşılan sadece bebeğin temel bakım gereksinimlerinin karşılanması değil, aynı zamanda çocuğun dil, zihinsel ve psikolojik gelişiminin de desteklenmesi gerekmektedir. Bu da ancak dadıların bu konuda eğitim alması ile mümkündür. Dolayısı ile bebek bakımı içgüdüselliğin yanı sıra öğrenilebilir de.

Erkek dadının artı ve eksi yönleri neler olabilir?
Model Alma:Özellikle erkek çocuklar için erkek dadı olması model alma açısından önemlidir. Özellikle de babaların yoğun çalıştığı, eve geç geldikleri, sık sık iş seyahatlerine gittikleri düşünülürse çocuğun babası ile geçirdiği zaman dilimi oldukça az olmaktadır. Bu durumda bir erkek modelinin olması açısından erkek dadı daha uygun olabilir.

Hareketli Aktiviteler:Erkek dadıların özellikle hareketli aktivitelerde (top, araba, tamircilik gibi) daha başarılı olmaları tercih edilme nedeni olabilir.

Rekabet:Anneler zaman zaman bayan dadıları kendilerine rakip olarak görebilmektedirler. Özellikle annenin yapamadığı bir şeyi dadı yapabildiğinde (yemek yedirmek ya da uyutmak gibi) anne bundan
rahatsızlık duyabilmekte ve kendi annelik becerileri sorgulayabilmekte ya da dadının işine son vermeyi tercih etmektedir. Dadı erkek olduğunda bu şekilde bir rekabet de olmayacaktır.

Annenin Yerini Almaması:Çalışan annenin en büyük sıkıntısı çocuğu ile yeterli zaman geçirememek, onunla yeterli ilgilenememektir. Bu işi kendileri yerine başka bir kadının yapması ve çocuğun dadıya yakınlık göstermesi anne açısından hem sevindirici hem de kıskanılan bir durumdur. Çocuğun gözünde dadının kendi yerini aldığını düşünebilir. Oysaki erkek dadı olduğunda böyle bir durum söz konusu olmamaktadır.

Otorite: Çocukların çoğu kadınlarla çevrili bir dünyada büyüyor. Annesi, dadısı, eve gelen yardımcı, öğretmeni hep kadın olan çocuk zamanla kadınların otoritesini kabul etmeyebiliyor. Özellikle erkek çocuklar için erkek dadının olması onu hem bir ağabey hem de otorite olarak görmesini sağlayabilir.
Bununla birlikte bayan dadılardan zaman zaman ev işlerine de destek olmaları beklenirken erkek dadılardan bunu beklemek pek mümkün olmayabilir. Ebeveynler kız çocukları için erkek dadı tercih etmeyebilirler. Babalar erkek dadıları kendilerine rakip olarak görebilirler.

Yurtdışındaki bu trend, Türkiye’de tercih edilebilir gibi görünüyor mu?
Yakın zamanda bu trend toplumun geneli tarafından tercih edilebilir gibi görünmese de toplumun üst sosyo-kültürel kısmı tarafından, özellikle erkek çocuk bakımı için tercih edilebilir.

http://www.bebekcocukdunyasi.com/