28 Temmuz 2010 Çarşamba

Tek Çocuk mu? Çok Çocuk mu?

Evlilik sonrası çocuk sahibi olma isteği ile başlayan serüven, ebeveynlerin çocuk sahibi olduktan sonra da “Tek çocuk olarak kalmalı mı?”, yoksa “Kardeşleri olmalı mı?” sorularıyla devam eder gider. Biz de bu sayımızda, benzer durumda olan ebeveynlere ışık tutmak amacıyla, konuyu çeşitli yönleriyle ele almak istedik. Tabii, son kararı yine anne-babalara bırakıyoruz.


Neden Tek Çocuk?

Sosyo-ekonomik nedenler ya da ailelerin birden fazla çocuğa yeterli ilgiyi gösterememe kaygıları, kadınların kariyer yapma istekleri, doğum oranında artış, boşanmaların artması, çocukla çok zaman yerine kaliteli zaman geçirmenin öneminin fark edilmiş olması, dünya kaynaklarının azalıyor olması ve buna bağlı olarak çevre sorunlarının çoğalması, son yıllarda tek çocuklu aile sayısındaki artışla karşımıza çıkmaktadır.

Tek Çocuk Olmanın Avantajları Nelerdir?

• Tek çocuklu ailelerde; çocuk için ayrılan zaman, çok çocuklu ailelere göre daha fazladır. Aileler zamanlarını iyi organize ederlerse, çocuğun her türlü psikolojik ihtiyacını karşılamak için gerekli fırsatı bulabilirler.

• Tek çocuğun beslenme, giyim ve eğitimi, ana-baba açısından daha kolaydır. Çok çocuğa oranla daha iyi yaşam ve eğitim imkanlarına sahiptir.

• Tek çocuklu ailelerde aile içi tartışma oranının daha düşük olma durumu vardır.

• Anne açısından, tek hamilelik ve tek doğum yaşanması avantaj olarak ele alınabilir.

Tek Çocuk Olmanın Dezavantajları Nelerdir?

• Tek çocuğun en önemli sorunlarından biri, oyun arkadaşlığının azlığıdır. Çocuğun sosyal gelişimi ailede başlar. Akran grubu, kardeşler ve oyun arkadaşlığı çocuğun sosyalleşmesinde önemli bir rol oynar. Kardeşlerle büyüyen çocuk, kardeşi ile bir şey paylaştığı veya kavga ettiği zaman nasıl bir sonuç elde ettiğini yaşayarak öğrenir. Tek çocukta ise, oyun arkadaşı olarak genelde anne baba rol almakta ve ebeveynlerin tüm ilgileri çocuk üzerinde toplanmaktadır. Eğer ki; çocuk, yaşına uygun kreş, anaokulu gibi yaş gruplarına uygun sosyalleşeceği ortamlara girememişse, ebeveyne aşırı bağlılık oluşturarak ilginin sürekli üzerinde olmasını isteyebilir. Böyle bir durumda tek çocuk, kolaylıkla şımarık ve inatçı bir çocuk haline gelebilir.

• Ebeveynlerin, aşırı koruyucu bir yaklaşımla çocuğu bunaltmaları, sevgi bombardımanıyla çocuğun her istediğini yerine getirme veya yaşamına sınırlama getirerek özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik tutumları; çocuğu güvensiz, sorumluluktan uzak, doyumsuz bir kişilik haline getirebilir.

• Anne ve babanın hayatta olmayacağı durumda; tek çocuğun, bir kardeşin sağlayacağı imkanlardan uzak olması nedeniyle yalnız ve desteksiz olacağının düşünülmesi dezavantajlardan bir diğeridir.

• Anne babanın, tatillerde ve hafta sonlarında sürekli tek çocukla ilgilenmek durumunda kalması dezavantajlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Son yıllarda; tek çocuklu ailelerin sayısının hızla artmasıyla birlikte, tek çocukları, kardeşi olan çocuklarla veya çok çocuklu ailelerin en büyük çocukları ile kıyaslayan birçok araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalar; tek çocukların akademik başarı motivasyonun yüksek, özgüvenlerinin güçlü olduğunu ve anne-babaları ile ilişkilerinin daha iyi olduğunu ortaya koymuştur. Tek çocukların; paylaşma, popülerlik, liderlik, bağımsızlık ve kaygı düzeyleri açısından da geniş aile çocukları ile benzerlik gösterdiği görülmüştür. Yine, araştırmalar tek çocukların sözel gelişim açısından daha ileri olabileceğini, eğitim hayatında daha başarılı olabileceğini ve kendi işini kendi yapmayı ve yalnız başına bir şeyler yapmaktan hoşlanmayı öğrenebildiklerini göstermiştir.

Araştırmalar, tek çocuk olmanın olumsuz yönünün ise, tek çocukların başka çocuklarla bağlantı kurmakta ve saldırganlıklarını kontrol etmekte zaman zaman zorlanmaları olduğunu göstermiştir.

Öte yandan; yalnızlık ve sessizlikten zevk almaları, kalabalık evlerdeki karmaşadan uzak bir ortamda yaşamaları, kitap okumak gibi tek başına yapabilecekleri aktivitelere yönelmeleri ve anne-babanın ilgisinin bölünmemesi de, tek çocukların avantajları olarak görülmüştür.

Ancak, bu araştırmalara bakarak her bir çocuğun nasıl bir karaktere sahip olacağını söylemek olanaksızdır. Çocukların mizaçları büyük farklılıklar gösterir (örneğin; bazıları utangaçtır, bazıları kendine güvenlidir). Ayrıca bazı evler, kalabalık olmadığı halde gürültülü olabileceği gibi, kalabalık bazı evler de, son derece sakin olabilir.

Bazı aile ortamları, çocukları diğer şeylerden çok daha fazla etkiler. İstismar ve kavgaların olduğu bir aile ortamında, kardeşlerinden destek ve rahatlama bulamayan tek çocuk, yetişkinlerin tehditkar davranışları karşısında daha zayıf ve etkiye açık bir durumda kalır. Anne-babanın birbiri ile geçinemediği ailelerde çocuk, taraf tutmaya zorlanabilir ve bu da çocuk açısından zor bir durumdur. Aile ortamında sorunların yaşanıyor olması halinde tek çocukların dışarıdan destek alabilmesi özellikle önemli olur.

Aile içi ilişkilerin iyi olması halinde tek çocuk, sorumluluk alan büyük çocuk ile evin en küçüğü olan bebeğin rolü gibi farklı rolleri kendi ruh durumuna göre seçebilir. Anne-babanın ayrılması durumunda çocuk, bir ebeveynin ailesinde tek çocuk olurken, diğer ebeveynin ailesinde kız ve erkek kardeşleri olabilir. Bu durum, çocuk için her iki dünyanın da iyi yönlerini yaşamak anlamına gelebileceği gibi, bir aileden diğerine geçişte uyum sağlaması için daha fazla destek gösterilmesini de gerektirebilir.

Tek Çocuklu Ailede Anne-Babanın Tutumu Nasıl Olmalıdır?

Çocuk yetiştirme tutumları, çocukların gelişimleri konusunda, çocuk sayısından daha önemli olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çocuğun kişilik gelişiminin temelinde, anne-baba davranışları ön plana çıkmaktadır. Anne-baba olarak kişilik yapımız, eşimize yönelik davranışlarımız, tarzımız ve çocuğumuza gösterdiğimiz ilgi ve yaklaşımlar çocuğumuzun kişilik gelişimini doğrudan etkilemektedir.

Tüm çocuklar, ilk üç yıl bireysel ilgiye muhtaçtır. Bu bakımı veren kişi ve çocuk arasındaki bağ, temelde çocuğun güven duygusunu beslemekte ya da tam tersi güven eksikliği yaşamasına neden olmaktadır. Yaşamın ilk altı yılı her çocuk için kişilik temelinin atıldığı süreçtir. İster tek çocuk olsun ister çok çocuk olsun üç yaşından sonra her çocuk sosyalleşme dönemiyle birlikte yuva, kreş gibi sosyal bir kuruma giderek akranlarıyla gelişiminin desteklendiği ortamlarda bulunmalıdır.

Tek çocukla çok fazla ilgilenilir, şımartılır, gereken süreden önce olgunlaşması beklenir. Bu çocuklara, çevresiyle yakın ilişkiler kurma fırsatı verilmemesi, sosyalleşme konusunda sorun yaşamalarına neden olabilmektedir. Ancak, çocukları dış dünya ile ilişkiye sokacak olan arkadaşlarıdır. Arkadaş ilişkilerinde çocuk; farklı değerler, farklı ihtiyaçlar tanır.

Anne-baba, tüm ilgilerini çocuk üzerinde toplarlarsa, böyle bir ortamda büyüyen çocuk en ufak bir ilgi eksikliğiyle karşılaştığında sorun çıkarır. Tek çocuk, kolaylıkla şımarık ve inatçı bir çocuk haline gelebilir. Kendisine gösterilen özenden hoşnut olmayabilir, bununla beraber yakınlarının ilgisini çekmeye de çalışabilir. Sabırsızlık ve hükmetme, tek çocuğu karakterize edebilir. Her zaman ön planda olma isteği, çocuğu bu tür davranışlara yöneltebilir.

Tek çocuğun eğitimi, yukarıda da belirttiğimiz gibi, büyük ölçüde yetişkinlerin çocuğa olan tutumuna bağlıdır. Ebeveyn, her şeyden önce, dengeli ve sakin olmalıdır. Bazen anne ve babalar hoşgörülü ve sabırlı mı, yoksa kızgın ve otoriter mi davranacaklarını bilemezler. Çocuğunu kabul eden, sevgi ve sevecenlik tutumları sergileyen ailelerde, çocuğun ilgileri göz önünde tutulur ve onun yeteneklerini geliştirecek ortam hazırlanır. Kabul gören çocuk, genellikle sosyalleşmiş, işbirliğine açık, arkadaş canlısı mutlu bir bireydir. Anne de baba da duygularını ifade ederken kendilerine ve çocuğa karşı açıktır. Ailede güven ve şeffaflık vardır.

Güven eksikliğinden kaçınmak, dikkat edilmesi gereken önemli bir noktadır. Anne-babanın; çocuğuna gösterdiği sevgi ne aşırı ne de eksik olmalıdır. Anne-baba, isteklerini çocuğun gelişim basamaklarına göre ayarlamalıdır. Aşırı sevgi göstermekten vazgeçmek, hiçbir zaman çocuğu tek başına bırakmak anlamına gelmez. Düzenli, sevgi dolu bir aile ortamı; çocuğun iç dünyasına etki eder. İleride ona direnç sağlar.

İlk yılların eğitimine dikkat edilmedir. Bu yıllar, ilk alışkanlıkların kazanıldığı evredir. Çocukla belirli bir ölçü içinde birlikte olunmalıdır. Tek çocuğa aşırı sevgi göstermekten kaçınılmalıdır. Çocuğun, toplum içinde diğer insanlarla ilişki kurmasına olanak yaratılmalıdır. Böylece; çocuğun arkadaş edinmesi, kendini tanıması ve sorumluluk duygusu kazanması desteklenmiş olur.

Özgürlük, çocuğa sorumluluk ve özgüven verir. Tek çocukta, özgürlük ve istediğini yapma düşüncesi genelde karışır. Çocuğa belirli bir yaşam çerçevesi için davranış motiflerini öğretirken özgürlüğü hissettirilmeli, bazı davranışların yapılmaması gerektiği belirtilmelidir. Anne-babanın endişeli tepkileri, çocuğun özgürlüğünü engeller. Özgür ortamda yetişen, sorumluluk ve özgüvene sahip çocuk; özgürlüğün, her istediğini yapmak olmadığını bilir. İyi bir eğitim ve doğru yaklaşımlarla tek çocuklarda görülen dezavantajlar her zaman için avantaja çevrilebilir.

Öneriler

• Tek çocuğa, öncelikle tek çocuk olarak değil, çocuk olarak davranın. Unutmayın ki; sizin, onun tek olmasıyla ilgili kaygılarınızı çocuğunuz hissedecektir.

• Standart disiplin yöntemlerini uygulayın, yaşına uygun kurallar koyun, bu kuralları kararlılık içinde uygulayın. Çocuk; kurala uymanın keyfini, bundan yaşayacağı kabulün mutluluğunu yaşasın.

• Beklemeyi, sabretmeyi öğretin; her istediğini anında karşılama çabasına girmeyin. Uygun olan, gerekli olduğunu düşündüğünüz isteklerini karşılayın. İsteklerinin yaşına ve sizin koşullarınıza uygun sınırları olmasını sağlayın.

• Üç yaşından sonra yaşıtlarıyla ya da başka çocuklarla bir arada olmasını sağlayın. Yuvaya gönderme imkanınız yoksa bile, çocuğu olan ailelerle görüşüp çocukların bir arada olmasına, oyun oynamalarına, arkadaşlıklar kurmalarına fırsat verin. Çocuğunuzun, ev ortamında etkileşimde bulunmayı öğrenmesi için başka çocukları evinize davet edin.

• Çocuğunuz; başkaları ile baş etmekte zorlanıyorsa, önce tek bir çocukla ilişkisini teşvik edip daha sonra bu ilişkiyi başka çocukları da kapsayacak şekilde genişletin. Çocuğunuza, başka çocuklarla bağlantı kurmak için yöntemler bulmasında yardımcı olun.

• Tatilde çocuğunuzun arkadaşlıklar kurabileceği yerleri tercih edin. Ayrıca, çocukları olan başka ailelerle bir araya gelerek ortak tatil planlayabilirsiniz.

• Bazı çocuklar, kitap okumak ya da resim yapmak gibi tek başına aktivitelerden hoşlanabilirler. Bazıları ise, doğal yapısı gereği daha sosyal bir yapıya sahip olabilirler. Bu nedenle başka çocuklarla daha sık temas kurmasını sağlamanız gerekebilir. Onunla iyi iletişim kurun. Yalnız veya mutsuz hissettiğinde, size duygularını anlatabilecek kadar yakın hissetmesini sağlayın.

• Yapabileceğinden fazla şey beklemeyin. Hep mükemmel olmaya çalışmak, çocuğu yorar ve başarısızlık korkusu artar.

• Çocuğa söz hakkı verin; ama bu, tüm kararları çocuğa aldırmak şekline dönüşmesin. Size uygun karar alternatiflerini sunun. Çocuk sizin alternatiflerinizden birisini seçsin (Örneğin; bu oyuncağı alamayız, paramız yetmiyor; ama bu oyuncaklardan birini seçebilirsin gibi).

• Giyinme, soyunma, yemek yeme, temizlik gibi her türlü öz bakımını yapmasına fırsat verin. Evde sorumlulukları olsun; size bağımlı olmadan kendi ihtiyaçlarını karşılaması için destekleyin.

• Anneanne, babaanne gibi aile büyükleri genelde çocukların benmerkezciliklerini pekiştirici tarzda davranırlar. Bunun farkında olun, sizin kullandığınız yöntemleri kullanmalarını sağlayın. Unutmayın ki, çocuğunuzun psikolojik sağlığının ve kişilik gelişiminin birinci derece sorumlusu onlar değil, sizsiniz.

“Tek çocuk bir problem mi?” sorusunun yanıtına gelince... Bir veya daha fazla kardeşle büyüyen çocuklara nazaran, tek çocukların sosyal ve duygusal gelişim açısından daha büyük bir risk altında oldukları söylenebilir. Ancak, çocuğun evdeki yalnızlığını, anne-babalar bilinçli bir yaklaşımla, çocuklarının arkadaş edinmelerini destekleyebilir ve aile içerisinde çocuğun psikolojik ihtiyaçlarını karşılayabilirse, tek çocuk olmanın bir sakıncası yoktur. Sonuçta; tek çocuk olmanın, çocuğun kişilik gelişiminde etkisi, ebeveyn yaklaşımları ve çevresel faktörler kadar etkili değildir.

Neden Çok Çocuk ?

İnsanların hayatında, anne-baba ilişkisinden sonra; en yakın ve en uzun olan ilişki, kardeş ilişkileridir. Kardeşler, anne babalarına göre, aynı kuşaktan oldukları için birbirlerini daha iyi anlama olanağına da sahipler. Genlerinin yüzde ellisi aynıdır. Bu, ebeveynle çocuğu arasındaki oranla aynıdır. Fakat, birçok anne-baba ilk çocuklarıyla ikinci çocuklarının yapılarının bebeklikten beri çok farklı olduğunu da söyleyecektir. Biri daha sakin, kurallara uyan bir yapıya sahipken, diğerinin yerinde duramayan ve inatçı bir yapısı olduğunu söyleyebilirler. Bu farklılık, kardeşler arasındaki ilişkileri de etkileyecektir. Eğer, bu özellikler birbiriyle uyum içinde olursa; kardeşler, güçlü bir takım olabilirler. Fakat, bu uyumu yakalayamazlarsa, sürekli çekişen ve birlikte yaşamak zorunda olan kişiler de olabilirler.

Bir kardeş sahibi olmak, daha fazla paylaşmayı ve işbirliğini gerektirir. Ayrıca, çocuklar bazı becerileri ağabey ya da ablalarından öğrenirler. Örneğin; daha küçük yaşlarda; harfleri ve sayıları, büyüdüklerinde ise kız erkek ilişkilerini... Ağabey ya da ablalarının anne-babalarıyla olan ilişkilerini gözlemleyerek, farklı davranış biçimleri geliştirebilirler. Anne-babasının, kardeşinde onaylamadığı davranışları yapmaktan vazgeçebilirler. Zaman içinde, gözlemleyerek öğrendikleri şeyler de onların kişiliğinin oluşmasında önemli yer tutar.

Çocuklarının birbirini desteklediklerini ve iyi ilişki içinde olduklarını gören anne-babalar, iyi bir aile kurdukları hissini yaşayarak mutlu olurlar. Kardeşlerin anlaşamadığı ya da birbirinden uzak olduğu ailelerde de anne-babalar başarısızlık duygusu yaşarlar. Kardeş kavgaları bir ailede önemli stres kaynaklarından birisi olur.

Doğum Sırasına Göre Kişilik Özellikleri Nelerdir?

Doğum sırası, çocuğun kişiliğinin gelişiminde önemli bir yer tutar. Çünkü; ailede kaçıncı çocuk olduğumuz, anne babamızla olan ilişkimiz kadar diğer kardeşlerimizle olan ilişkilerimizi de etkiler.

Aynı çatı altında doğan kardeşlerin kişilikleri, yetenekleri, yaşadıkları sıkıntılar birbirinden farklıdır. Bu farklılıkların bir kısmını genlere ve mizaca bağlasak da bir kısmı da aynı çatı altında doğan bu çocukların, aslında aynı aile deneyimine sahip olmamalarından kaynaklanmaktadır. Üç çocuklu bir aileyi düşünürsek; en büyük çocuk, önce tek çocuklu bir ailedeyken sonra iki küçük çocuğa daha sahip bir ailede büyüyor. Ortanca çocuk kendinden büyük bir kardeş ve küçük bir kardeşle yaşıyor. En küçük olan ise iki büyük kardeşle başa çıkmak zorunda kalıyor. Sonuç olarak; aile hiyerarşisindeki yerimiz, anne babamızla olan ilişkimizi ve diğer aile üyelerinin bizden beklentilerinin farklı olmasını sağlıyor.

En büyük çocuklar, genelde; lider, kurallara uyan, sorumluluk sahibi ve anne-babalarının beklentilerini karşılamaya çalışan çocuklar oluyor. En küçük çocuklar; hangi yaşta olurlarsa olsunlar her zaman evin bebeği konumunda oluyorlar, daha rahat ve spontan yetişiyorlar. Ortanca çocukların rolleri çok belirgin olmuyor. Ne büyük çocuk gibi en büyük ve en güçlüler, ne de küçük çocuk gibi bebekler. Aile içinde tanımlanmış bir yerleri olmuyor çoğunlukla. En azından, onlar böyle hissediyorlar. Bu nedenle, aile dışında sosyal ilişkiler kurmaya daha çok eğilimli oluyorlar.

Kişiliğimizi belirleyen tek faktör, ailede kaçıncı sırada doğduğumuz değil yalnızca. Kardeşler arasındaki yaş farkı, cinsiyetleri, mizaçları ve anne-babalarının mizaçları, anne-babanın kişilikleri ve kaçıncı çocuk oldukları, vb. birçok faktör de çocuğun kişiliğini etkiler.

Nasıl Karar Verelim ?

Çocuk sahibi olmak; ister ilk çocuk, ister ikinci ya da üçüncü çocuk olsun tamamen sizi ve eşinizi ilgilendiren bir konudur. Yetişkinlerin vermesi gereken bir karardır. Elbetteki, ailedeki diğer kişileri, özellikle büyük çocukları etkileyen hassas bir konudur. Kardeşi olana kadar evde tek çocuk olarak büyümüş; anne babasının sevgisini, ilgisini, zamanını ve evini paylaşmak zorunda kalmamıştı. Bu durumdan da birden bire hoşnut olmasını bekleyemeyiz. Fakat, zaman içinde kardeşi olmasına uyum sağlayacak ve sizinle birlikte bu mutluluğu yaşayacaktır. Bu zaman içinde, bebek doğmadan önce ve sonra dikkat edilmesi gereken konular vardır. Anne-baba bu konuda ne kadar bilinçli olursa, çocuğun uyumu da o kadar kolay olacaktır.

Bir Kardeşi Olacağını Ne Zaman Açıklamalı?

Dokuz aylık süreç genelde çocuklar için çok uzundur. Hamilelikte hiçbir sorun olmadığından emin olana kadar beklemek uygun olur. Yani, ilk üç ayın sonuna kadar beklenebilir. Çocuğunuza kardeşi olacağını haber vermek için görüntünüzün değişmesini beklemeyin. Eğer çocuğunuz, hamile olduğunuzu siz ona söylemeden sezinliyorsa ya da soruyorsa, bunun tersini söylemek gereksiz olur. Doğruyu söyleyip bebeğin gelmesine uzun bir zaman olduğu anlatılmalıdır.

Bir Kardeşi Olacağını Nasıl Açıklamalı?

Çocuğunuzun yaşına uygun kelimelerle sade ve basit bir şekilde söylemek uygun olur. Onun tepkisine bakılmalı, durumu anlaması için zaman tanınmalı ve duyguları sorulmalıdır. Sizin söylediklerinizden ne anladığına ve kafasının karışıp karışmadığına bakılmalıdır. Hissettiklerinden veya tepkisinden dolayı eleştirilmemelidir; çünkü bu durumu sizin gibi heyecanla karşılamayabilir. Zaman içerisinde konuyu gündeme getirip çocuğunuzun endişelerini anlamaya çalışmanız önemlidir.

Doğum Öncesi Yapılması Gerekenler Nelerdir?

Hamilelik boyunca yorgun ve bitkin olduğunuzu çok tekrarlamamaya çalışın. Bundan dolayı kardeşini suçlayacak ve kızgın olacaktır. Onun yerine, ona sizi yormayacak aktiviteler önerin ya da sadece uykuya ihtiyacınız olduğunu söyleyin. Böyle durumlarda babasıyla bir şeyler yapmaya yönlendirmek de çok işe yarar.

Çocuğunuz, kardeş istemediğini bağırıp çağırarak ifade ediyorsa; bu bebeğin, babasının ve annesinin zamanını alacağını sezinliyor olabilir. Sadece kıskançlığını ifade etmeye çalışıyor olabilir. Bu da olumlu bir davranıştır. Onun duygularını ve endişelerini anladığınızı ifade edin. Bebeği sevmeye mecbur olmadığını; ancak bebek doğduktan sonra, bu konuda karar verebileceğini söyleyebilirsiniz. Onu, bebeği sevmeye zorlamak, daha düşmanca tavırlara yol açabilir. Onu suçlamadan anlamaya çalışırsanız, onun zaman içerisinde bebeği seveceğini görürsünüz.

Eğer; evde herhangi bir değişiklik yapılacaksa, bunu doğumdan önce yapmak uygun olur. Örneğin; çocuğun daha büyük bir yatağa geçmesi, odasının ya da dolabının değişmesi vb.

Sevilip okşanmaya daha fazla ihtiyaç duyabilir. Yeniden parmak emmeye ya da altını ıslatmaya başlayabilir. Onu azarlamayın. Ona kendisinin doğum hikayesini anlatın. Bebeklik fotoğraflarına bakın, filmlerini izleyin. Onun doğmasını beklerken ve doğduğunda ne kadar heyecanlı ve mutlu olduğunuzu anlatın.

Çocuğunuzu bebek hakkında bilgilendirin. Küçük olacağını, çok uykuya ve sessizliğe ihtiyacı olacağını, annesinin memesini emeceğini, hemen konuşamayacağını ve oyun oynamayacağını anlatın. Bebeğin gelişinin pozitif yanlarını anlatın. Ona sarılabileceğini, gülebileceğini, ona birçok şey öğretebileceğini anlatın.

Bebek için yapılan hazırlıkları çocuğunuzla birlikte yapın. Örneğin; bebeğin odasının hazırlanması, eşyalarının alınması, vb.

Doğum Sonrası Yapılması Gerekenler Nelerdir?

Doğum zamanında, siz hastanedeyken çocuğunuzun bakılmasında sizin için en rahat olan çözümü seçin. Anneanne, yakın bir arkadaş, gündüz bakıcı, gece baba ile vb. Önemli olan siz hastanedeyken bulduğunuz çözümü değiştirmemektir. Evin dışında kalması gerekiyorsa, çok uzun süre evden uzaklaştırmayın. Siz hastaneden eve geldiğinizde evde olmasını sağlayın. Sizin ve bebeğin yerleşmesine yardım edebilir.

Eve geldiğinizde bebekle ilgilenmediğiniz zamanlarınızda büyük çocuğunuzla zaman geçirin. Ona, küçük bebek adına, bir hediye verebilirsiniz. Bu, bebeğe gelen hediyelerin karşısında kıskançlık duygularını biraz hafifletecektir. Fakat, bebeğe gelen her hediyede ona da hediye vermeyin. Ona durumu açıklayın. O doğduğunda da birçok hediye aldığını anlatın. Bebeği kucağına almak istediğinde, siz bebeği tutarak izin verin. Bebeğe dokunmasına ve ilişki kurmasına olanak sağlayın. Bebeğe karşı saldırgan olabilir. Bebekle onu yalnız bırakmayın. Onun içini rahatlatın. Bazen onu istememesini anladığınızı belirtin. Fakat, babasının ve annesinin her ikisini sevecek kadar çok sevgileri olduğunu ve ikisini de çok sevdiğinizi; belirtin.

Kardeş Kıskançlığı Nedir?

Birden fazla çocuğun yaşadığı ailelerde kıskançlık doğal olarak ortaya çıkan bir durumdur. Kıskançlığın en büyük nedeni; büyük kardeşin en değerli varlığını, anne babasını, kardeşiyle paylaşamamasıdır. Hiç kimse çok sevdiği bir şeyini başkasıyla paylaşmak istemez. Küçük kardeş de büyüdükçe, büyük kardeşin becerileri karşısında kendini yetersiz bulur ve ona tanınan ayrıcalıkların farkına vararak kıskançlık duymaya başlar.

Kardeş kıskançlığı çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Bazı çocuklar kardeşlerine duydukları kıskançlığı sözleriyle dile getirir: “Keşke hiç doğmasaydı.”, “Kardeşimden nefret ediyorum.” gibi. Bazı çocuklar, kardeşlerinin doğmasıyla birlikte bebekliklerine dönerler: emzik emme, alt ıslatma vb. Bazı çocuklar, sevilmediklerini düşünerek içine kapanabilir ve depresyona girebilirler. Kıskançlığı yoğun olarak yaşayan çocuklarda kardeşlerine fiziksel zarar verebilirler: çimdiklemek, vurmak, düşürmek gibi.

Öneriler

• Önce anne-baba olarak sizin, rahat olmasınız gerekiyor. Eğer; siz, kardeşini kıskanacak diye endişelenirseniz, çocuğunuz bunu hisseder ve daha gergin olur.

• İkinci çocuk olduktan sonra; anne-babanın, kendi aralarında işbölümü yapmaları ve babanın desteği çok önemlidir.

• Çocuğunuza, “Kardeşin doğdu; ama sana olan sevgimizde ve ilgimizde azalma yok.” mesajını vermelisiniz. Bu da sadece sözle değil; ona zaman ayırmaya devam ederek, ortak faaliyetler yaparak, ona sorumluluk vererek olur.

• “Endişelenme, seni de kardeşin kadar seveceğiz.” cümlesi ne kadar iyi niyetli olsa da çocuğun anne-babanın sevgisi için kardeşle yarışmasına yol açar.

• Aile yakınlarını, sadece yeni kardeşle ilgilenmemeleri konusunda uyarmak işe yarayacaktır.

• Küçük kardeş için söylenen “Ne kadar yaramaz, sürekli beni yoruyor. Ben seni daha çok seviyorum.” gibi sözler büyük çocuk tarafından inandırıcı bulunmayacaktır. Size olan güveni sarsılacaktır.

• Bebeğe, sürekli “bebek” diye hitap etmek yerine, adıyla hitap etmek, “benim” değil, “bizim” diyerek söz etmek daha iyi olur.

• Büyük çocuğu, küçük kardeşinden, zarar verecek kaygısıyla uzaklaştırmaya çalışmak en büyük hatalardan biri olur.

• Kıskanmasın diye büyük çocuğa aşırı hoşgörülü olmak, durumu kötüleştirecektir.

• Küçük kardeşle ilgili işlerde, çocuğunuzdan yardım isteyebilirsiniz.

• Kardeşinin doğumuyla birlikte, çocuğu anaokuluna başlatmamalıdır. Bu, kıskançlığı artırdığı gibi, okulla ilgili sorunlar yaşamasına da yol açabilir.

• Her şeyin eşit değil, adil olunmasına çalışılmalıdır. Eşit zaman ayırmak yerine, her çocuğa gereksinimine göre zaman ayırmak gerekir. Sevginizin eşit olduğunu göstermek yerine, her çocuğa sadece kendine özel bir sevgi duyulduğunu göstermek daha doğru olacaktır.

• Ailenin bütün olduğu duygusu herkes tarafından hissedilmelidir. Bu nedenle ailece, birlikte etkinlikler yapılmalıdır. Alışveriş, piknik vb.

• Kardeşler arasında kıskançlık hissettiğinizde; onları birbirinden uzaklaştıracak değil, yakınlaştıracak ortamlar yaratın.

• Kardeş çatışmasına engel olmanın tek yolu, tek çocuğa sahip olmaktır. Kardeşler arasında çatışma her zaman olur. Çocuklara “Kavga etmeyin!” demek çok etkili değildir. Onun yerine, çocuklar iyi geçinme konusunda yüreklendirilmelidir. “Ne kadar iyi anlaşıyorsunuz.” gibi cümleler çocuğu yüreklendirir.

• Çocukların kavga etmelerine mümkün olduğunca karışılmamalıdır. Çünkü, kavga ettikçe deneyim kazanırlar. Kavga ettiklerinde de seçenekler sunulabilir ya da iyi geçinme kuralları konulabilir. “İyi geçinirseniz ev kuralları dahilinde istediğinizi yapabilirsiniz.”, “Kavgayı kim başlatırsa başlatsın önemli değil. Ya iyi geçineceksiniz ya da lunaparka gidemeyeceksiniz.”

• “Kim başlattı?” sorusunu sormaktan kaçınılmalıdır. Çünkü; bu, çocukların birbirlerini suçlamasına neden olur.

• Çocukların kavgalarında hakem rolünü almayın. Çocukların her biri, anne-babasının diğerinin tarafını tuttuğunu düşünür. Anne-baba, ne kadar yansız olmaya çalışsa da işe yaramaz.

• Süregelen ve önleyemediğiniz kavgalarda, birkaç gün kavgaların dökümünü yapabilirsiniz. Saat kaçta oluyor, hangi etkinlik sırasında oluyor gibi. Eğer, televizyon izledikleri sırada oluyorsa, televizyon kumandasının kontrolünü sıraya koyabilirsiniz; eğer, her gün akşam yemeğinden önce oluyorsa açlık ve yorgunluk nedeniyle olabilir, hafif bir akşam kahvaltısı yaptırabilirsiniz. Böylece, kavgaları oluşmadan önlemiş olursunuz.

• Kardeşler arasındaki kıskançlık, ne kadar yoğun olursa olsun, ayrı kaldıklarında birbirlerini özlerler. Bu da ilişkileri bazen bozuk olsa da, aslında birbirlerini çok sevdiklerini gösterir.


www.bebekcocukdunyasi.com

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Özel Yetenekli Çocuklar

Bir bebeğin dünyaya gelişi….Bebeğin dünyaya gelişiyle ailesine yaşattığı sonsuz mutluluk...Bu duygular her aile için eşsiz yaşantılardır, her aile için benzersizdir, tektir ve tıpkı çocukları gibi sadece onlara “özel”dir. Günler geçtikçe çocuklarının özelliklerini çocukları ile birlikte görerek ve yaşayarak öğrenmek aileler için apayrı bir hazdır. Bütün bu gelişimsel özelliklerin yanı sıra bazı çocuklar diğerlerinden farklı birtakım özellikler sergilerler ve bu onları “özel yetenek”leri olan çocuklar kategorisine dahil etmektedir. ‘Özel yetenekleri olan çocuklar kimlerdir? Tanımları nasıl yapılır?’ sorusunu sadece tek bir cümle ile açıklamak imkansızdır, çünkü nasıl her birey farklı ve kendine has özelliklere sahip ise, özel yetenekli çocuklarımızın her birinin de kendine has özellikleri ve farklılıkları vardır. Bu durumda önemli olan; çocukların özel yeteneklerini fark ederek bu yetenekleri olumlu yönde değerlendirmek, kapasitelerini en üst düzeyde sergilemelerine yardımcı olarak ortadan kaybolmalarını engellemektir. Bunların tümünü yapabilmek için ilk olarak göz önüne almamız gereken konu; özel yetenekli çocukların özelliklerinin neler olduğudur. Özel yetenekli çocukların özelliklerini öğrenirsek; potansiyellerini uygun yönde değerlendirmelerine ve başarıya ulaşmalarına, ülkemize ve tüm dünyaya faydalı birer birey olmalarına yardımcı olabiliriz. Tam tersi bir durumda ise bu çocukların özel yetenekleri değerlendirilemez ve potansiyellerinin yok olup gitmesine, toplum içerisinde ‘problemli’ ve dışlanan bireyler olmalarına neden olabiliriz.


Özel Yetenekli Çocukların Özellikleri:
Özel yeteneklere sahip olan çocuklar genellikle resim, müzik gibi sanatsal alanlarda, matematik, fen ve sosyal gibi akademik alanlarda, yaratıcılık ve liderlik alanlarında, hafıza ve zihinsel gelişim alanlarında yaşıtlarına oranla daha hızlı gelişim sergileyebilmekte ve daha yüksek seviyede performans gösterebilmektedirler.

Özel yetenekli çocuklar yaşıtlarından beklenen gelişim düzeyinin daha üzerinde bir gelişim sergileyebilmektedirler. Özel yetenekli çocuklar genellikle hızlı öğrenir ve çabuk kavrarlar. Sürekli yeni bilgiler edinme ve yeni bir şeyler öğrenme istekleri olabilmektedir. Bu yeni bilgileri edinebilmek için de sürekli etraflarındaki yetişkinlere sorular sorabilir ve bazı sorularının yanıtlarını alabilmek için çeşitli araştırmalar yapmaya çalışabilirler. Öğrenmeye yönelik motivasyon düzeyleri çok yüksek olabilmektedir. Öğrendikleri bilgileri hemen hafızalarına kaydedebilirler. Bu çocuklar bir alan ile ilgili öğrendikleri bilgileri diğer alanlara transfer edebilme becerisine sahiptirler. Bu çocuklar genellikle erken konuşan, okula başlamadan okuma ve yazmayı öğrenen çocuklardır.

Özel yetenekli çocuklar olayların nedenleri ve sonuçları ile yakından ilgilenebilirler, olaylar arası ilişki kurma becerileri gelişmiş olabilmektedir. Analiz yapabilme ve senteze gidebilme yetenekleri kuvvetlidir. Ayrıntılar dikkatlerini çekebilir. Dikkatlerini yoğunlaştırma becerileri de gelişmiştir. Bu nedenle oyunlara ve çalışmalara daha çabuk konsantre olabilmektedirler. Ayrıca olayları ve çalışmaları hızlı kavrayabildiklerinden; yaşıtları henüz oyunların ayrıntılarını yeni kavramışken, üstün yetenekli çocuklar yeni bir oyunu öğrenmeye hazır hale gelebilirler.

Özel yetenekli çocukların sanatsal alanlara yönelik becerileri yaşıtlarına oranla daha fazla ve hızlı gelişebilmektedir. Örneğin resim alanına çok farklı konular ile ilgili resimler çizmeyi ve farklı renkler ile bir kompozisyon oluşturmayı tercih edebilirler. Ayrıntılara fazla önem verdikleri için resimlerini çizerken de resimlerindeki şekillerin ve renklerin seçimine ve çizimine zaman ayırır ve itinalı çalışırlar. Bu çocukların ritm duyguları da gelişmiştir. Müzik alanına da ilgi duyarlar. Duydukları ritm ve şarkıları, şarkı sözlerini hafızalarında tutabilirler. Herhangi bir müzik aleti çalmaya yönelik ilgileri olabilmekte, o aletle ilgilenmekten ve o aletin özelliklerini keşfetmekten hoşlanabilmektedirler.

Özel yetenekli çocukların bir diğer özelliği de gelişmiş gözlem yetenekleridir. Dikkat becerileri, ayrıntıya önem verme ve öğrenme becerileri geliştiği için, bu becerilere paralel olarak etraflarındaki olayları gözlemleme becerileri de gelişmektedir. Sıklıkla, görerek ve yaşayarak öğrenirler.

Bu çocukların yaratıcılık yetenekleri de gelişmiştir. Yeni bir şeyler üretmeye, keşfetmeye ve yeni ürünler ortaya koymaya, gelişmeye ve geliştirmeye yönelik istekleri olabilmektedir. Bu nedenle çevrelerinde sık sık araştırmalar yapmayı isteyebilirler. Bunun yanı sıra bu çocukların hayal güçleri de gelişmiştir. Bunu; ürettikleri sanatsal eserler ve yaratıcı fikirlerinden anlayabiliriz. Çeşitli durumlar ve problemler karşısında ürettikleri fikirler ve çözüm yöntemleri bazen yetişkinleri şaşırtacak düzeyde olabilmektedir.

Özel becerilere sahip olan bu çocukların bir diğer becerisi de dili doğru kullanma becerisidir. Özel yetenekli bu çocuklar kendilerini yaşıtlarından daha gelişmiş bir dil düzeyinde ifade edebilirler. Genellikle öğrendikleri sözcükleri doğru yer ve zamanda kullanabilirler, konuşmaları akıcıdır. Sürekli fikirlerini ifade ederler. Sözcük bilgileri yaşıtlarına oranla daha yüksek düzeydedir. Düşüncelerini ve bir konuya ait fikirlerini çekinmeden ve doğru cümleler kurarak ifade etmeye isteklidirler. Diğerleri tarafından kabul görmek bu çocuklar için çok önemlidir.

Üstün becerilere sahip bu çocuklar matematik, sosyal ve fen gibi akademik alanlarda da gelişmiş yetenekler sergileyebilmektedirler. Bu çocuklar sayılar ile yakından ilgilenir, sayıları erken yaşta öğrenebilirler. Kavramsal bilgileri hızlı bir şekilde öğrenirler. Problem çözme yetenekleri gelişmiştir ayrıca bir problemi farklı birkaç yolu kullanarak çözebilirler. Espriyi anlama ve espri yapma yetenekleri gelişmiştir.

Sosyal gelişim düzeyi olarak bakıldığı zaman bu çocuklar, oyunları çok hızlı öğrenmenin yanı sıra lider olma arzuları nedeniyle genellikle oyun kurucu olmak ve oyunu koydukları kurallara göre yönlendirmek isteyebilmektedirler. Buna ek olarak; taşıdıkları yaratıcılık özelliği oyun ortamında da ortaya çıkmakta, çocuklar oyun materyallerini farklı rollerde kullanabilmektedirler. Örneğin daha önceden içine boncuk atmak için kullandıkları plastik kutuyu evcilik oyununda tencere yerine kullanabilmektedirler. Oyun içinde paylaşımcı ve yardım etmeye hazır bir tutum sergilemektedirler. Bu çocukların kendilerine güven düzeyleri yüksektir ve kendi ayakları üzerinde durabilmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle genellikle bağımsızlıklarına düşkün olurlar ve bazı çalışmalarını tek başlarına tamamlamak isteyebilirler.

Bu çocuklar için arkadaşlık ilişkileri çok önemlidir. Arkadaşları ile aynı ortamda ve paylaşımda bulunmak, onlarla birlikte vakit geçirmek, oyun oynamak, arkadaşlarına yardımda bulunmak, onların fikirlerine önem vermek özel yetenekli çocukların taşıdığı özelliklerdendir.

Burada atlanmaması gereken en önemli nokta; özel yetenekli bir çocuğun bu yeteneklerin hepsine sahip olma zorunluluğu bulunmadığıdır. Ayrıca sadece bu özelliklerden bir ya da birkaçını sergiliyor olmak, özel yeteneklere sahip olunduğu anlamına gelmemektedir. Bu özelliklerin yanı sıra çocuğun gelişim öyküsü ve gelişim seyri de çok önemlidir. Tüm bu bulgular birlikte değerlendirildiği zaman bir anlam kazanmaktadır.

Özel Yetenekler Her Koşulda Olumlu Mu?

Özel yeteneklere sahip çocukların birey olma becerileri gelişmiştir, bu nedenle yaşıtları ile oyun kurdukları zaman lider olup oyunu ve oynayanları kendi istekleri ve kuralları doğrultusunda yönlendirmek isteyebilirler. Bu özellik akran grubunda zaman zaman sıkıntılara sebep olabilmekte, diğer çocuklar bu tarz diretmeleri kabul etmediklerinde oyun bozulmakta hatta bu çocuklar yaşıtları tarafından oyunlara dahil edilmek istenmeyebilmektedirler. Bu durumda, çocuk ilerleyen zamanlarda gruptan yani sosyal ortamdan dışlanabilmekte ve izole olabilmektedir.

Bu çocukların zihinsel gelişimleri ve dil gelişimleri yaşıtlarından daha hızlı süregeldiği için sıklıkla okula ait okuma-yazma becerilerini okul öncesi dönemde edinebilmektedirler. Ayrıca okul öncesi eğitim kurumunda edinmesi gereken kavramları da daha kuruma başlamadan da edinmiş olabilirler. Bu hem çocuklar hem de eğitmenler için sıkıntı yaratabilecek bir durumdur. Çünkü çocuk daha önceden öğrendiği bir şeye çok fazla ilgi göstermek istemeyecek, zaten öğrenmeye düşkün olduğu için yeni bilgiler isteyecek, yapılanlardan sıkılacaktır, sıkıldığı için dikkatini yöneltecek başka itemler arayacak, eğer bulamazsa dikkati dağılacak ve bu nedenle etrafındakilerin de dikkatini dağıtacak hareketlerde bulunmaya başlayacaktır. Bütün bu olanlar öğrenme ortamını olumsuz yönde etkileyebilecektir.

Bazı durumlarda ebeveynler özel yeteneklere sahip olan çocuklarına nasıl davranacaklarını bilememektedirler. Çocuklarının sahip olduğu bu yetenekler elbette ebeveynler için övünülecek bir gurur kaynağıdır. Ancak bu gurur kaynağı doğru yönlendirilmediği takdirde körelebilmektedir. Eğer çocuktan, girdiği her ortamda, sahip olduğu bir yeteneğini sergilemesini istersek çocuk bir süre sonra bundan sıkılmaya, bu becerisini sergilememeye başlayacaktır.

Bu tarz durumlarda unutulmaması gereken en önemli nokta, çocuğun yeteneklerinin doğru kanallar aracılığı ile olumlu şekilde yönlendirilmesi gerekliliğidir. Bunun için ailelere önemli görevler düşmektedir. Çünkü çocuklarını en iyi tanıyan kişiler anne ve babalardır.

Ailelere Düşen Görevler:

Özel yeteneklere sahip çocukların ebeveynlerinin yapması gereken en önemli şeylerden birisi; çocuklarının “farklı” olduğunu vurgulamadan farklılıklarını desteklemektir. Her çocuk bir bireydir. Tüm bireyler( özel yetenekleri olsun veya olmasın) birbirlerinden farklıdırlar. Çocuğunuzu değerlendirirken, onun sadece farklı yetenekleri olduğunu değil herkesten farklı bir birey, bir değer olduğunu unutmayın. Ona ve farklı özelliklerine saygı duyun. Diğer çocuklar gibi şefkate, sevilmeye ihtiyaç duyduğunu unutmayın.

Çocuğunuzu girdiği her ortamda, her yönüyle gözlemleyin. Çocuğunuzun gelişimi yaşıtlarına oranla daha önde olabileceği için, çocuğunuz bazı durumlarda yaşıtları yerine yetişkinlerle vakit geçirmeyi tercih edecektir. Ancak çocuğunuzun psikolojik gelişimi açısından hala yaşıtları ile ‘aynı yaşta’ olduğunu unutmayın. Çocuğunuzun birçok sosyal ortama girmesini ve yaşıtları ile birlikte sıklıkla vakit geçirmesini sağlayın. Bu hem akranları ile paylaşımlarda bulunmasını sağlayarak sosyal gelişimini hem de psikolojik gelişimini olumlu yönde etkileyecektir. Unutmayın: “O hala bir çocuk!”

Çocuğunuzun özelliklerini destekleyecek birtakım faaliyetlerde bulunmasını sağlayın. Özel ilgi alanlarına yönelik becerilerini destekleyici bazı faaliyetlerde bulunmak çocuğunuzun becerisini geliştirmesine destek olacak, hem de çok sevdiği başarma hissini yaşamasını sağlayacaktır. Ayrıca bu etkinlikler, ileriki yıllarda sahip olacağı bir hobinin veya sosyal faaliyetin temellerini atmış olacaktır. Ev ortamında da bu faaliyetleri destekleyici materyaller bulundurmak faydalı olacaktır.

Çocuğunuz araştırmaya ve öğrenmeye meraklı olduğundan size sıklıkla sorular yöneltecektir. Burada önemli olan çocuğunuzun sorularına sıkılmadan ve içtenlikle yanıt verebilmenizdir. Çocuğunuzun sorularına her zaman doğru yanıt vermeye çalışın. Eğer sorduğu soruların yanıtlarını bilmiyorsanız: çocuğunuz ile birlikte bunları araştırabilirsiniz. Bu; hem birlikte keyifli vakit geçirmenizi sağlayacak, hem de araştırmayı seven çocuğunuz için motive edici, eğlenceli ve öğretici bir etkinlik olacaktır.

Çocuğunuz her şeyi keşfetmek istediğinden, her şeyi deneyerek ve yaşayarak öğrenmesine izin verin. Bu noktada sizin desteğinize ve model olmanıza ihtiyaç duyabilir. Onun yanında olun ve onu destekleyin.

Çocuğunuz başarılı olma duygusunu yaşamayı çok sevecektir. Ancak onun başarılarını abartmayın ve abartılı tepkilerle değil normal şekilde destekleyin. Bir başarısızlık durumu ile karşılaştığı zaman, motivasyonunu kaybettiği durumlarda duygusunu anladığınızı ona hissettirin ve onu teşvik edici yönde motive etmeye çalışın.

Çocuğunuz ile ilgili beklentilerinizi, çocuğunuza göre ayarlayın. Ancak bu beklentilerin çocuğunuzun becerilerinden çok yüksek veya çok aşağı düzeyde olmasına izin vermeyin. Üst düzey beklentiler her iki tarafı da hayal kırıklığına uğratabilir, aranızdaki ilişkiyi olumsuz yönde etkileyebilir ve motivasyonunuzu kaybetmenize neden olabilir. Beceriler ve beklentiler her zaman paralel olmalıdır, bunu unutmayın.

Çocuğunuzu hiç kimse ile kıyaslamayın. Özellikle kardeşleri veya yakın çevrelerindeki çocuklar ile kıyaslamamak ve herkese eşit bir tutum sergilemek çok önemli bir noktadır.

Eğer çocuğunuzun özel yetenekleri ile ilgili neler yapılabileceğini bulmakta ve planlamakta sıkıntı yaşıyorsanız, aklınıza takılan bazı soru işaretleri varsa ve bunların yanıtlarını bulamıyorsanız, bir profesyonelin desteğine ihtiyaç duyuyorsanız o zaman bir uzmandan yardım alabilirsiniz.

Eğer çocuğunuz 6 yaşından küçük ise zeka gelişimini bir test ile değerlendirebilmek mümkün olmayacaktır. Ancak 6 yaş ve sonrasında bir zeka değerlendirmesi yapılabilmektedir. Bu yaşa dek yapılabilecekler, çocuğunuzu genel gelişim özelliklerine göre değerlendirmek ve onu ilgi duyduğu alanlarda destekleyerek motive etmektir. Bu noktada ebeveynlerin gözlemleri çok değerlidir. Çocuğunuzun severek yaptığı faaliyetleri gözlemleyerek keşfedin ve onu bu yönde motive etmeyi unutmayın.

Her çocuk özeldir, farklıdır ve değerlidir. Önemli olan bunu onlara hissettirebilmektir...

Uzm. Psikolojik Danışman Tuğba Gürçağ

www.bebekcocukdunyasi.com

6 Temmuz 2010 Salı

2 Yaşında Hala Konuşamıyorsa

2 Yaş Çocuğunun Psikolojik Özellikleri

2 yaş, hareket edebilme ve konuşma becerilerinin kazanılmış olması ile birlikte bağımsızlaşma girişimlerinin görüldüğü bir yaş dönemidir. 2 yaş çocuğu bir taraftan anneye bağımlılığını sürdürürken bir taraftan da kendi başına hareket etmekten hoşlanır.

Yabancılarla ve yaşıtlarıyla yavaş yavaş ilişki kurmaya başlar. Bağımsızlık duygusu çok önemlidir ve tüm becerilerde bu özellik görülür.

2 yaş çocuğu inatçıdır, sürekli tutturur, hareketli ve meraklıdır, etrafı karıştırır, olumsuz, kararsız ve isyankar bir tutum içindedir. Her şeyi kendi yapmak ister. Yaptığı işler kısıtlandığında ya da izin verilmediğinde öfkelenir. Anne baba ile sürekli çatışma halindedir. Söylenenin tersini yapar.

2 yaşla birlikte mutlu, sakin, kolay idare edilebilen ve söz dinleyen çocuk bir anda huysuz, kararsız, mutsuz, sık sık ağlayan ve söz dinlemeyen bir çocuk haline gelir.


Dil Gelişimi
2 yaş çocuğunun konuşması yabancılarca da anlaşılır olmaya başlamıştır. Sözcük dağarcığı hızla artar. Kullandığından daha fazlasını anlar. Çocuk ilk önce nesne isimlerini, sonra fiilleri öğrenir. Daha sonra 2 kelimeyi bir araya getirip cümle kurmaya başlar. Dış dünyayı tanımak ve sözcük dağarcığını zenginleştirmek için sık sık sorular sorar.

Sözcük dağarcığının gelişmesi çocuğun sosyal ve duygusal gelişimi için önemlidir. Kendini ifade etmekte zorlanan çocuk sosyal ilişkiler kurmakta, özellikle de yaşıtlarıyla ilişkilerde zorlanır, dışlanır.

Konuşma Sorununa Neden Olan Etkenler
Sağlık: Şiddetli ve uzun süren hastalıklar dil gelişiminin gecikmesine neden olabilir. Hastalık nedeniyle çocuğun isteklerini dile getirmesine fırsat verilmeden her isteğinin yerine getirilmesi konuşma gelişimini geciktirir.

Zeka: 2 yaştan önce çocuğun çıkardığı seslerin zeka ile bağlantısı olmadığı, 2 yaşla birlikte dil gelişiminin zeka gelişimi ile doğru orantılı olduğu düşünülmektedir.

Cinsiyet: Erkek çocukların dil gelişimi kızlara oranla daha geriden gelmektedir. Kızlara oranla daha kısa cümleler kurarlar. Sözcük dağarcıkları da kızlarınkine oranla daha kısıtlıdır.

Aile İlişkileri: Sağlıklı anne çocuk ilişkisi dil gelişimini olumlu yönde etkiler. Çocukla konuşmak, ona kitap okumak, onunla oyun oynamak çocuğun dili düzgün ve etkin şekilde kullanmasını sağlar.

Konuşmaya Teşvik: Dilin iletişim aracı olarak kullanılabilmesi için çocuğun bunu bir ihtiyaç olarak hissetmesi gerekir. İsteklerini ifade etme olanağı verilmeden her istediği anlaşılan ve yerine getirilen çocukların dil gelişimlerinin yaşıtlarına oranla geriden geldiği görülmektedir.

Genetik Faktörler: Baba, amca, dayı, birinci derece kuzen gibi aile bireylerinden bir ya da birkaçında geç konuşma sorununun olması durumunda çocukta görülen konuşma sorununun genetik bir yatkınlıktan kaynaklandığı düşünülebilir.

Gelişimsel Problemler: Yaygın gelişimsel bozukluk ya da otizm gibi dil gelişiminin etkilendiği durumlarda çocuk ya hiç konuşmaz ya da dili etkin şekilde kullanamaz.

Televizyon: Televizyon karşısında çok uzun süre geçirilmesi, özellikle reklam ve klip gibi hızlı geçişlerin olduğu görüntüler dil gelişiminin gecikmesine neden olmaktadır.

Nörolojik Problemler: Beyinde konuşma merkezinde var olan bazı sorunlar da konuşma, dili etkin şekilde kullanma sorunları yaratır.

Konuşma Sorunu Karşısında Neler Yapılabilir?
Öncelikle konuşma sorununun kaynağını bulmak gerekir. Konuşma sorunu anne baba tutumlarından kaynaklanıyorsa yani çocuğa dili etkin şekilde kullanması için yeterli fırsat tanınmadıysa, anne baba çocukla çok fazla iletişim kurmuyor, konuşmuyor, kitap okumuyor, oyun oynamıyorsa, çocuk televizyon karşısında çok fazla zaman geçiriyorsa bu durumda anne baba çocuk ilişkisinin süre ve kalitesini arttırmak, çocuğun televizyonla ilişkisini sınırlandırmak, dil gelişimini destekleyici oyunlar oynamak, birlikte resimli kitaplara bakmak, konuşmanın bir ihtiyaç haline gelmesini sağlamak gerekir.

Dil gelişiminin yanı sıra zihinsel, motor ve psiko-sosyal gelişim alanlarında da gecikme yaşandığı, göz kontağı kurmama, adına tepki vermeme, kendi etrafında dönme, sallanma gibi davranışların sergilendiği durumlarda ise bir uzmandan yardım almak gerekir.

Dil Gelişimini Destekleyici Tutumlar
Giyinirken, yemek yerken, oyun oynarken yaptığınız işleri ona anlatın. Yaşıtlarıyla bir arada olmasını sağlayın. Konuşurken düzgün cümleler kurmaya özen gösterin. Bebeksi ifadeler kullanmayın. İsteklerini sözel olarak ifade edebilmesi için fırsatlar yaratın. Konuşması için zorlamayın, motive edin. Resimli kitaplara bakıp gördüklerinizi anlatın. Kısa şarkılar söyleyin. Jest ve mimiklerinizi taklit etmesini isteyin. Fotoğraf albümünde gördüğünüz kişileri isimlendirin.

Pedagog Duygu Çalışır


14 Haziran 2010 Pazartesi

Bırakın Kirlenerek Öğrensin

Çocukların bu yaşlarda kirlenerek öğrendikleri doğru mudur?


Çocuklar her yaşta farklı gelişimsel özellikler gösterirler. Bu doğrultuda çocukların hangi yaşlarda hangi gelişim özelliklerini gösterdiğinin bilinmesi gerekmektedir. 3-6 yaş döneminde fiziksel gelişim , bebeklik dönemine oranla daha yavaşlamıştır. Bu durum bütün organlarda, hacim , oran ve çalışma becerileri bakımından farklılıklar olduğu anlamına gelmektedir. Bu değişiklik vücudun farklı yerlerinde, farklı hızlarda ve değişik yaşlarda gerçekleşmektedir.
Motor gelişim çocuğun hareket gelişimi anlamına gelmektedir. Motor Gelişimde belli bir sıra vardır : Önce baş, sonra sırasıyla omuzlar ve kollar, gövde, bacaklar ve ayaklar gelişir. Çocuklar yetişkinler gibi hareket etmeye gereksinim duyarlar. Çocuğun bu becerileri kazanabilmesi, önce bu becerilerle ilgili organların olgunlaşmasına, daha sonra ise öğrenmeye bağlıdır. 3-4 yaş çocukları kendi bedenlerini tanımaya başlarlar ve hareket yeteneklerini de anlamaya başlarlar. Bu dönem çocukların çıraklık dönemi dediğimiz bir dönemdir. Vücut acemiliği yaşarlar. Beceri gelişimi yavaş yavaş ilerlediği için çocuklar kırarak, bozarak, kirleterek, dağıtarak öğrenirler. Zaten kırmak bozmak dağıtmak da gelişimlerinin bir parçasıdır. Başta hiç bir yaptıkları mükemmel olmaz çünkü organizayson becerileri de tam anlamıyla gelişmemiştir. 3-4 yaş, çocuğa bunları öğretmek için uygun bir zamandır. Fakat dağıtırken toplamayı bozdukları bir şeyi onarmayı ya da onarmak gerektiğini de öğretmek kendi kişilik gelişimleri için yararlı olacaktır.

Çocuklar kirlenerek nasıl bir çok şeyi iyi bir şekilde kavrayabiliyor, öğrenebiliyor ve anlayabiliyor?
Çocuklar hayatı yani çevrelerindeki herşeyi tanımak isterler. Gerekirse bir pikniğe gidildiğinde özgürce koşup oynayacak, gerekse evde kendi yemeğini yerken etrafa döküp saçacak gerekse de resim yaparken bütün eli yüzü boya olacaktır. Bütün bunlar çocuğun hayata alışması, etrafını tanıması için yapması gereken unsurlardır. Beceri gelişimi henüz tamamlanmadığı için de yaptığı her türlü işte mutlaka kirlencektir. Kirlendikçe öğrenecektir. Çocuk kirlenecek diye ona fırsat verilmediği takdirde gereksinim duyduğu gelişmelerden geri kalması kaçınılmaz olacaktır. Ona hayatı öğrenmesi için her türlü fırsat verilmelidir ki gelişimini en doğru şekilde tamamlayabilsin. AMa kirlenmemesi için ona fırsat verilmemesi onu cam fanus içinde büyütmek olacaktır.

Anne-babaların çocuklarını sürekli temiz tutmaları, onları nasıl etkiliyor? Bu şekilde davranılması doğru mudur? Yanlışları nelerdir?
Anne babalar çocuklarını sürekli temiz, pırıl pırıl görmek isterler. Kendileri için en değerli varlık olan çocuklarına kendilerine göstermeikleri özeni gösteren anne babalar onları her zaman temiz görmek istemişlerdir. Çünkü çocukların temizliği annelerin en hassas olduğu konulardan biridir. Sadece kendilerinin temizliğinin yanısıra giydikleri kıyafetlerin oynadıkları oyuncakların dokundukların yerlerin bile tertemiz olmasını isterler. Sırf kendileri , eşyaları temiz kalsın diye onların dünyaya açılımını kısıtlamak onları cam bir fanusun içinde büyütmeye benzer. Ama anne baba olarak onları cam fanus içine sokmak yerine istedikleri yerde istedikleri gibi eğlenmeli kirlenmelidirler. Çocukları sürekli temiz tutmak yerine onlara temizlenmeyi öğretmek daha doğrudur. Çünkü kirlenmeden bir hayat öğrenilemez. Ama eğer kirlenmemelerini sağlamak yerşne kirlendiklerine onlara nasıl temizlenmeleri gerektiğini öğretmek daha doğru bir yaklaşımdır. Mesela elleri boya olup kirlendikleri zaman, boyama işi bittiğinde ellerini hiç bir tarafa sürmeden hemen ellerini yıkamalarını öğretmek , hiç boya yapmamalarını söylemekten daha yapıcı bir yaklaşımdır.

Çocuğun kirlenerek öğrenmesi gelişimin bir parçası mıdır?
Çocuğun kirlenerek öğrenmesi gelişimin bir parçasıdır. 3-4 yaşlarında çocuklar merak ettikleri herşeyin cevabını çevreyi araştırarak almaya çalışırlar. Bunun için de çocuğun becerilerinin geliştirilmesi gerekir. Çocuk da bu becerileri mutlaka ki hatalar yaparak öğrenecektir. Örneğin çocuğun küçük kas gelişiminin desteklenmesi için parmak boyası hamur gibi materyallerle oynaması gerekir. Bu gibi oyunlar çocuğun üstünü başını , aynı zamanda etrafı da kirleterek oynayabilecekleri oyunlardır. Bu oyunları oynaması onun küçük kas gelişimini olumlu etkileyecek oynayamazsa eğer bu becerileri gelişmeyecektir. Eğer pislenmesin ya da ev berbat olmasın diye çocuğa bu tarz oyunlar oynatmak yerine örneğin sadece puzzle (ki puzzle hiç bir tarafın kirlenmesine sebebp olmayacak bir oyundur) yaptırırsak bazı becerileri eksik kalmış olacaktır. Bu sebeple çocuğun farklı yönlerde gelişimini sağlayabilmek amacıyla değişik beceri türlerinin gelişimine olanak tanımak gerekmektedir. Örneğin kas gelişimi için çocuğun koşup oynaması yeri geldiğinde düşmesi gerekmektedir. Bunun için de çocuğun açık alanda koşup oynaması yürümesi gerekmektedir. Fakat bu durum çocuğun kirlenmesine neden olacağından anne babalar genelde bunu desteklemeyebilirler. Bu becerilerin gelişmesi için çocukların anne babaları tarafından desteklenmesi gerekmektedir. Çünkü hiç bir beceri 3-4 yaşlarında tam anlamıyla gelişmediğinden bu çocukların hata yapma olasılığı, becerememe olasılığı veya etrafı kirletme olasığı çok fazladır. Bu nedenle anne babaların bu durumu bilmeleri ve buna uygun davranmaları gerekmektedir.

Çocuklar neden bu dönemde elindeki oyuncakları sürekli etrafına döküp saçar?
Bu dönemde organizasyon becerileri tam gelişmemiş olduğundan elindekileri döküp saçarlar, düşürürler ve kirletirler. Koşup oynarken düşer bir yerlerini çarparlar. Tüm bunlar bedenlerinin yeni tanıyor olması ve bedenlerine karşı acemilikleri sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Bunun en aza indirgenmesi için anne babanın çocuğa destek olması aşırı tepki vermemesi gerekmektedir. Anne baba çocuğa model olarak da vücutlarını nasıl kullanacağını öğretebilirler.

Anneler çocuklarının etrafı kirlettiklerinde, dağıttıklarında veya üstünü başını kirletmiş bir şekilde gördüklerinde hemen tepki verirler? Bu çocuğun öğrenmesini nasıl etkiliyor?
Öncelikle anneler bu yaş çocuğunun neyi yapıp yapamayacağını bilmeli ve ona uygun tepkiler vermelidirler. Çocuklar etrafı kirlettiklerinde onlara sinirli bir şekilde tepki vermek yerine onlara yaptıkları şeyin etrafı dağıtmadan kirletmeden nasıl yapılacağını öğretmelidirler. Böylece bir dahaki sefere denediklerinde daha az kirlenmek için çabalayacaklar buda hem daha az kirlenmelerini sağlayıp hem de yaptıkları işi daha özenle yapmalarına sebep olacaktır. Aynı zamanda çocuğa negatif tepki vermek yerine o an durumu toparlamayı öğretmek yerlere dökülenleri toplamak, üstü kirlendiyse soyunup onları kirliye atıp yeni bir şeyler giymesi gerektiğini öğretmek gerekir. Bu durumda çocuk hem etrafı kirlettiğinde toplamasını, veya etraf dağıldığında düzenlemesini hem de daha az kirleterek çalışmayı öğrenecektir. Çocuğa hemen tepki vermek , onu bu işlerden soğutacak yapmasını engelleyecektir. Bu durum çocuğun gelişimini de engelleyebilir.

Çocukların etrafı veya kendi üstlerini kirletmelerine tamamen izin vermeliler mi? Yoksa buna bir sınır koymalılar mı?
Çocuklar tabii ki etrafı kirleterek öğrenecekler fakat bunun bir sınırı olmalıdır. Anne baba her koşulda çocuğa kural koymalı ve bu koyduğu kuralların arkasında durmalıdır. Çünkü çocuklar bu yaşlarda kendi kararlarını veremeyecekleri için anne babalarının kararlarına ihtiyaçları vardır ve bu kararlara uymak zorundadırlar. Anne baba çocuğun etrafı kirletmesine izin vermelidir fakat buna bir sınır koymalıdır. Bu sınırı da çocuğa açıklamalıdır. Örneğin boyama yaparken çocuğun üstü kirlendiğinde hemen o boyama bırakılıp çocuğa kızılıp üstünü değiştirip bir daha boyama yapmasına izin vermemektense, boyama bitene kadar üstünün kirlenmesine izin verilmeli , fakat boyama zamanı bitince bu şekilde oturulamayacağı çocuğa söylenmelidir. Boyama bitince de öncesinde söylendiği gibi çocuğun üstünün değiştirilmesi sağlanmalıdır. Aynı zamanda eğer etraf da kirlendiyse onu toparlanması gerektiği çocuğa bildirilmeli ve gerekirse birlikte toplanmalıdır.

Anne-babalar bunları çocuklarına nasıl bir dille anlatmalıdır ki, çocuk yaptığının doğru veya yanlış bir şey olduğunu anlasın.
Anne babalar çocuklarına bunu uygun bir dille şöyle anlatabilirler : yapacakları şeyin etrafın kirlenmesine sebep olabileceğini bunun için dikkat etmesi gerektiğini, eğer etraf pislenirse oyun bittikten sonra birlikte orayı toplamaları gerektiğini söylemek gerekir. Bu durumda çocuk etraf pislense bile yaptığı faaliyete devam edebileceğini fakat bitince toplaması gerektiğini öğrenebilir. Ama çocuğa bu durum asla kızarak söylenmemelidir, bu çocuğu korkutabilir. Bunun yanı sıra çocuğa sürekli etrafı temizlemesi gerektiği de söylenirse bu da çocukta temizlik takıntısı yaratabilir. Bu nedenle ne çok fazla uyarılması ne de tamamen sınırsız bırakılmaması gerekmektedir.

Uzm. Psikolojik Danışman Fani Sinay
http://www.bebekcocukdunyasi.com/

12 Haziran 2010 Cumartesi

1-2 Yaş Keşfetme Zamanı

1-2 yaş, bebeklerde fiziksel, zihinsel, sosyal, dil ve motor gelişimi bakımından önemli değişimlerin görüldüğü bir çocukluğa geçiş dönemidir. 1-2 yaş çocuğunun becerilerinin gelişimi çevredeki uyaranların miktarı ile doğru orantılıdır; yani ne kadar fazla uyaran varsa, gelişimi o kadar hızlı olur.


Bu yaş çocuğunun uzayan boyu ve artan kilosu ile beraber hareket etme becerisi de artmıştır. Artık ayağa kalkmış; ve ilk adımlarını atmaya başlamıştır. Bazı çocuklarda ilk adımlar 11.ayda görülürken, bazıları 15-16 ay civarında yürürler. Ayrıca 1 yaş itibariyle küçük nesneleri tutabilir, bazı objeleri iç içe koyabilir, ya da daha büyük bir kutuya atıp tekrar çıkarabilirler. Düşünme, anlama, taklit etme ve kavrama becerilerinin hızla gelişmeye başladığı görülür. Kendince sesler çıkarır; duyduğu sesleri ve gördüğü birçok davranışı taklit etmeye çalışırlar. İlk kelimeler duyulur. Hatta, 2 yaşlarına doğru 2 kelimeli cümleler de kurabilirler. Söyledikleri kelimeler sınırlı da olsa, duydukları birçok şeyi anlarlar. Anne babalarının küçük isteklerini yerine getirebilirler. “Evet” ve “Hayır” dendiğinde bunların ne anlama geldiğini kavrayabilirler. Bu nedenle de artık yetişkinlerle daha kolay iletişim kurabilirler.

1-2 yaş çocuğu sosyal ilişki kurmak ister; insanlarla bir arada olmaktan ve değişik oyunlar oynamaktan zevk alır. Yabancılarla tanıdığı kişileri birbirinden ayırtedebilir ve bu nedenle bir yabancı ile karşılaştığında korkup endişelenebilir. Çocukta güven duygusu ilk bir yılda gelişir. Anne ve babanın ona karşı tutumu, ona yaklaşımı önemlidir. Çocuğun, ne olursa olsun, her zaman annesinin onun yanında olacağını ve ihtiyaçlarını karşılayacağını hissetmesi gerekir. 1 yaş itibariyle de çocuk bu güven duygusunun rahatlığıyla anneden ayrı kalmaya biraz daha tolerans gösterebilir ve çevresini yaşayarak öğrenmeye, tanımaya başlar. Ancak, unutulmamalıdır ki, fiziksel yakınlığı ve güveni hissetmeye hala ihtiyacı vardır. Kısacası, 1 yaşla beraber artık çevresini yaşayarak keşfetmeye çalışan, bağımsız bir birey olmaya başlar. Dış dünyayı kontrol edebildiğinin, birçok şeyi kendi kendine yapabildiğinin farkına varır. Böylece, kendine olan güveni de artar. 1-2 yaş döneminde sürekli hareketli olmasının da sebebi budur.

Hareket etme becerilerinin de artmasıyla daha çok bağımsızlaşan çocuk büyük bir merak duygusuyla dünyayı tanımak ve etrafı keşfetmek ister. Evdeki dolapları açar; karıştırır; boşaltır; bulduğu, gördüğü eşyaları ağzına götürüp tadına bakar ve onlarla oynamak ister. Bu sırada çevresindeki olabilecek tehlikelerin farkında değildir. Böyle durumlarda, anne babalar genellikle çocuğun her yaptığına ‘yapma’, ‘hayır’, ‘cıs’ diye karşılık verir; kızar ve yasaklar koymaya çalışırlar. Bu dönemde çocuk ‘hayır’ın anlamını bilir; ancak sürekli çocukla inatlaşmak ve kurallar koymaya çalışmak doğru değildir. Evet; yürüme ile özgürleşen ve çevresini keşfetmeye başlayan çocuğa yavaş yavaş kurallar konmalıdır; ancak 1-2 yaş çocuğu kuralın ne ifade ettiğini tam bilemez. Bu nedenle, kurallar koymak yerine tehlikeleri çocuktan uzaklaştırmak, onu tehlikeye sokacak durumları ortadan kaldırmak daha doğrudur. Örneğin; eğer dolapları karıştırmasını istemiyorsanız, dolap kapaklarına kilitler takabilirsiniz; ya da ellemesini istemediğiniz, kırılabilecek eşyaları göz önünden kaldırabilirsiniz. Evi, çocuğa uygun, güvenli bir hale getirmelisiniz. Aynı zamanda, onun hoşunuza giden davranışlarını aferinlerle ve alkışlarla desteklemek; kızabileceğiniz bazı davranışları ise zaman zaman görmezden gelmek ya da dikkatini başka bir yöne çekmeye çalışmak anne baba olarak gösterebileceğiniz uygun tutumlardır.

Her gün yeni birşeyler öğrenmeye çalışan, merak eden 1-2 yaş çocuğunun hareketleri olabildiğince az sınırlandırılmalıdır. Çocuk, bu yaşta dokunarak; deneme yanılma yoluyla öğrenir. Bu yaş döneminde çocuğun bir oyuncağını yere atıp; bizden ona geri vermemizi beklediğini ve sonra tekrar yere attığını görürüz. İşte bu davranış da dünyayı keşfetmeye çalıştığının ve sosyal ilişki kurma isteğinin bir göstergesidir. Ona yeni ortamlar ve fırsatlar sunulmalıdır. Kendisine zarar veremeyeceği, onu tehlikeye sokmayacak, içini açıp keşfedebileceği nesneler verilmeli ve kontrolünüzde bazı objelere dokunmasına müsade edilmelidir. Çocuk, ancak çevresini, objeleri tanıyarak; onların nasıl kullanıldıklarını, ne işe yaradıklarını öğrenerek merakını giderebilir. Onun bu enerjisi ve merak duygusu bastırılmamalıdır. Çocuğunuz bağımsızlığını ancak böyle kazanabilir.

Bu dönemde oyunun da rolü büyüktür. Yaşına uygun oyun malzemeleri dünyayı tanımasını kolaylaştırır. Yaşını doldurmuş bir çocuk, şekilleri uygun deliklerden atabileceği kovalarla, içiçe geçen kaplarla, halkalarla ve topla oynayabilir. 2 yaşına doğru da kendisinin hareket ettirebileceği, basmalı ya da itilip çekilebilen araba, kamyon gibi oyuncaklarla, sesli kitaplarla ve oyuncak müzik aletleriyle gelişimi desteklenmelidir. Ayrıca, bu yaş döneminde çocuk kaşıkla kendi başına yemek yiyebileceğini ve bardaktan su içebileceğini de keşfeder. Bütün bu deneyimler desteklenmeli ve aferinlerle pekiştirilmelidir.

1-2 yaş çocuğunda, taklit etme becerisi de iyice arttığı için çevresinde gördüğü kişilerin yaptıklarını yapmaya çalışır. Bu yaş çocuğunun taklit ettiği ve model aldığı kişiler, annesi, babası ya da ona bakan kişilerdir. Bu nedenle, ebeveynlere çok fazla sorumluluk düşer. Ebeveynler iyi bir model olmak durumundadırlar; çocuk onları dikkatle inceleyerek uygun olan ve olmayan davranışları öğrenir. Hatta, mutluluk, kızgınlık gibi duygu ifadeleri de bu taklit etme becerisi ile ortaya çıkar. Anne ve babaların, çocuklarına çevredeki nesneleri işaret edip tanıtarak, bol resimli hikaye kitapları okuyarak ve onlarla bol bol konuşarak zaman geçirmeleri çocuğun dil, motor ve zihinsel gelişimini hızlandırır. 2 yaşına doğru karalamalar da başladığı için kağıt ve boya kalemleriyle tanıştırmakta da fayda vardır. Ayrıca, seslerin ve konuşmanın başladığı bu dönemde, 1-2 yaş çocuğunun yaşıtlarıyla olabilmesi de önemlidir. Her çocuğun gelişimi bir diğerinden farklıdır; ama yine de birarada olmaları farkına vardıkları, öğrendikleri şeyleri birbirleriyle paylaşmalarını sağlar. Bu da çocuğun dünyayı keşfinde ona yardımcı olur.

Sonuç olarak, 1-2 yaş dönemi çocuğun keşfetmeye, öğrenmeye başladığı bir dönemdir. Bu dönemde ebeveynlerin çocuklarını kısıtlamak yerine cesaretlendirici, yönlendirici bir tutum içinde olmaları gerekir. Ancak o zaman kendi kendilerine yetebildiklerini gören, kendilerine güvenen bireyler olabilirler.

Psikolog İrem Fırat


http://www.bebekcocukdunyasi.com/

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Okul Öncesi Dönemde Görülen Korkular

Okul öncesi çocuğunun korkularının olması doğaldır. Her şeyden önce endişe bize yeni deneyimlerle baş etme ve tehlikeden korunma konusunda yardım eden doğal bir durumdur.
Bazı 3-4 yaş çocukları böcek, köpek, karanlık, palyaço gibi şeylerden, bazılar da yeni durumlar ve yeni insanlarla tanışmaktan korkarlar. Bu tür korkular okul öncesi dönem boyunca devam eder çünkü çocukların sınır tanımayan hayalgüçleri yaratık, sağlık, ölüm, felaket ve acı gibi konularda çocukların endişe duymalarına neden olur. Canının acıması da en sık görülen korkulardandır. Bu nedenle en ufak bir kesik ya da çizikte bant yapıştırılmasını isterler.
5 yaş civarında hayvanlardan, yangın, fırtına deprem gibi doğal afetlerden korkmaya başlarlar. Karanlık ve evde bırakılma korkuları ise devam eder. Televizyonda seyrettikleri suç, şiddet, savaş, felaket görüntüleri de endişeye neden olur. 5 yaş çocuğu aynı zamanda yakın geçmişte aile içerisinde hastalık, kaza ya da ölüm olayı yaşandıysa sevdiklerinin sağlığı konusunda da endişelenir. Utangaç ya da içe kapalı çocuk yabancı insanlarla tanışmaktan, kalabalık ortamlara girmekten ya da doğum günü partisi gibi sosyal aktivitelerden de korkabilir. Birçok çocukta korkular çocuk kendisini ve çevresini güvende hissettikçe söner.

Ne Yapmalısınız?

Öncelikle bir korkusu olduğunu kabul edin. Korkuları saçma ve gerçekçi görünmeyebilir ancak onun için bu korkular son derece gerçek ve ciddi boyuttadır. Size korktuğunu, odasında, yatağının altında bir şey olduğunu söylediğinde gülmeyin. Korkunun ya da korktuğu şeyin neye benzediğini, neler hissettiğini sorun. Şüphelerini giderdiğinizde ve onu rahatlattığınızda korkunun doğal olduğunu öğrenecektir. Korkular onları yok saydığımızda kaybolmazlar aksine bunu konuşmak gerekir. Korkacak bir şey olmadığına dair ikna etmeye çalışmak sadece geri teper. Örneğin köpekten korkan çocuğa “korkacak bir şey yok” demek onu daha çok üzecek ve endişelendirecektir. Bunun yerine “köpeğin seni korkuttuğunu anlıyorum. Şimdi birlikte önünden geçelim. Eğer bunu yapmak istemezsen yanımızdan geçinceye kadar sana sarılırım.” demek onu rahatlatacaktır.

Çocuğunuzun korkusunun yeni bir duruma (okula başlama, okula yeni birinin gelmesi gibi) duyulan öfke ya da endişeden kaynaklandığını düşünüyorsanız dramatizasyon oyunlarıyla duygularını ifade etmesini sağlayabilirsiniz.

Sevdiği objeleri kullanın. Bazı çocuklar yastık, oyuncak gibi sevdikleri nesneler yanlarında olduğunda kendilerini daha rahat hissederler. Bu oyuncaklar çocuk okula bırakıldığında ya da yatağına konduğunda endişesini gidermek için önemlidir. Bu nesneler aynı zamanda yeni kişilerle tanışmak, bir oyun grubuna katılmak, doktora gitmek gibi çocukta korku yaratan durumların da daha kolay atlatılmasını sağlar. Bu nedenle sevdiği nesneyi yanında taşımasına izin vermek gerekir. Bunun “bebekçe” olduğunu söylemeyin.

Bazı çocuklar kendilerini korkutan nesne/olay hakkında gerçekçi ve basit bir açıklama yapıldığında bunun üstesinden gelebilirler. Kalabalıkta kaybolmaktan korkan çocuğa “yanımda durduğun ve elimi tuttuğun sürece birbirimizi kaybetmeyiz. Kazara birbirimizden ayrılırsak olduğun yerde dur, ben seni bulurum” dediğinizde bu onun korkusunun azalmasını sağlayacaktır.

Korku, iğne/aşı olmak gibi önceki deneyimlerinden kaynaklanıyorsa bu konuda ona asla yalan söylemeyin, çok kötü bir tablo da çizmeyin. Sadece iğne ilk battığında canının biraz acıyabileceğini, bunun uzun sürmeyeceğini, bittikten sonra da birlikte eğlenceli bir şey yapacağınızı söyleyin ve yapın.

Problem çözümünü birlikte bulun. Örneğin karanlıktan korkuyorsa odasına gece lambası koyun. Gece korkularında sevdiği oyuncağı yanına koymak, odaya “canavar spreyi” sıkmak ( püskürtmeli bir şişenin içine su koyun, çocuk şişenin içindekinin su olduğunu bilmemeli) gibi farklı taktikler kullanabilirsiniz. Korkularının üstesinden hemen gelmesini beklemeyin. Bu bazen aylar hatta yıllar bile alabilir.

Dramatizasyon oyunları oynayın. Doktordan korkuyorsa doktor setiyle oynayarak orada neler yapıldığını gösterin. Kostümlerden korkuyorsa birlikte değişik kıyafetler giyip yüzünüzü boyayın.

Korkunuzu göstermeyin. Sizin korktuğunuzu gördüğünde aynı nesne ya da durumlardan o da korkacaktır. Çocukken dişçiye gitmekten korktuğunuzu ama dişçiye gittiğiniz için sağlıklı dişleriniz olduğunu söyleyebilirsiniz. Böylelikle çocuğunuz hem yalnız olmadığını hisseder, hem de korkunun üstesinden nasıl gelindiğini görmüş olur.

Korktuğu şey hakkında kitap okumak, bir gösteri izlemek ya da odurumu yaşamak da yararlı olur. Örneğin böceklerden korkuyorsa birlikte belgesel seyredebilirsiniz. Karanlık korkusu için odasının tavanına karanlıkta parlayan yıldızlardan yapıştırıp, karanlık odada birlikte bu yıldızları seyredebilirsiniz.

Dikkat !!!

Korkular günlük yaşamını etkilemeye başladıysa örneğin, karanlıktan korktuğu için yatmayı reddediyorsa ya da köpekle karşılaşmaktan korktuğu için evden çıkmamakta direniyorsa mutlaka bir uzmandan yardım alın.

Pedagog Duygu Çalışır

http://www.bebekcocukdunyasi.com/

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Yapa Q Tatil Kitabı Çıktı...

Ya-pa yayınlarının Q Tatil Kitabı çıktı.

Kitap içerisinde nokta birleştirme,boyama,fark bulma,sayma,artık materyaller ile faaliyet çalışmaları,ses çalışmaları,çizgi çalışmaları,renk ve şekil çalışmaları,kavram çalışmaları,yönerge bulmacaları bulunmaktadır.

http://www.bebekcocukdunyasi.com/

11 Mayıs 2010 Salı

ÇOCUĞUNUZUN EV ÖDEVLERİNE YARDIM ETMELİ MİSİNİZ?

Çocuğunuzun ev ödevlerine yardım etmeli misiniz?

Ödev kavramı, en yakın anlamıyla sorumluluk kavramını bize çağrıştırmaktadır. Aslında daha okula başlamadan önce üstümüze düşen sorumluluklarla başedip, gelişimimize katkı sağlamış oluruz. ‘Ev ödevi’ olarak anılan akademik terim, okul hayatının başlaması ile birlikte çocuğun hayatında yer edinmeye başlamaktadır. Sınıf içerisinde işlenen dersin; sınıf dışında gerekli egzersizlerle desteklenip; çocuğun akademik gelişiminin yanında sorumluluk duygusuna katkıda bulunduğu bir gerçektir. Ancak burada önem verilmesi gereken diğer önemli nokta; ev ödevlerinin her yaş için akademik ve sosyal gelişimde etkili olduğu ancak ödevlerin içeriğinin dersin içeriği ile aynı ölçüde olması gerektiğidir. Bu şekilde düzenlenen ödevler başarının artması ve özdisiplininin gelişmesine katkı sağlaması açısından yararlı olmaktadır.

Ev ödevlerinin ‘günlük ödev’ halinde verilmesi çocuğun öğrenme becerilerini düzenli bir şekilde kullanabilme ve bu düzeni bir alışkanlık haline getirebilmesi için önemlidir. Bu düzen, çocuğun plan yapma ve uygulama becerisini geliştirip; öğrendiği her yeni bilgiyi daha kalıcı olarak hafızasında depolamasına yardımcı olacaktır. Ödevlerle birlikte pekişen bilgiler, ilerleyen öğrenim hayatında öğrenilmesi gereken daha karmaşık bilgilerin yerleşmesinde kolaylık sağlayacaktır. Bu şekilde gelişen alışkanlıklar; aslında çalışma becerileri dediğimiz; çocuğun kendine özel bir akademik çalışma stili geliştirmesine neden olacaktır.

Çocuğun hayatının öncekinden daha planlı gitmeye başladığı ilkokul döneminde; anne ve babanın planlayan ve yönlendiren olma rolü artmaktadır. Bu rol hem model alınarak; hem de sözel ve davranışsal yollarla çocuk tarafından öğrenilerek günlük hayatta uygulanmaya başlanır.

Ödevlerin düzenli olarak uygulanması konusunda anne babaların çocuğun kendi çalışma ortamını yaratmasında ona yardımcı olmaları şarttır. Çünkü çalışma ortamı, çocuğun varolan dikkatini ve ilgisini toparlayıp; uygun aralıklarla çalışmayı gerçekleştirebileceği bir çevre içerisinde sağlanabilmektedir.. Çocuğun çalışabilmek için bağımsız bir odasının olması yararlıdır. Ancak bunun gerçekleşememesi halinde herhangi bir odanın uygun kısmı çalışma için ayarlanmalıdır. Çalışırken dikkati dağıtabilecek objelerin ortamdan uzaklaştırılması da ilginin sürekliliğinde gerçekleşebilecek kesintileri engelleyecektir. Bunun dışında gerekli olabilecek çalışma materyallerinin, oda ışığının ve masanın düzeninin çalışmaya başlamadan önce hazırlanması; tekrar bunlar için zaman harcanmaması ve dikkatin çalışma sırasında dağılmaması için gerekli ön hazırlıklardır.

Uygun çalışma ortamı ayarlandıktan sonra, belirli bir çalışma planının, çocuğun da dahil edilerek hazırlanması; çalışmadan düzenli verim artışı alabilmek için gereklidir. Çalışma saatleri, çocuğun çalışmak için verimli olabileceği zaman dilimleri göz önüne alınarak ayarlanmalıdır. Bu zaman dilimlerinin çocukla birlikte planlanması; çalışmaya başlangıçta olmasını istediğimiz istekliliğin artmasına ve çocuğun sorumluluk duygusunu hissetmesine yardımcı olacaktır. İlkokul dönemi başlangıcında; ödevlere yapılan anne baba müdahalesinin fazla olması sonraki yıllarda yapılandan daha fazla yararlıdır. Ancak bu müdahalenin miktarının çocuğun çalışma becerileri geliştikçe azalması ve çocuğun kendi başına yaptığı ödev miktarının artması gerekmektedir. Bu durumun aksi geliştikçe; çalışma becerilerinin ve alışkanlığının yeterli düzeye gelemediği dolayısıyla anne–babanın ve çocuğun beklentilerinin karşılanmadığı gözlenecektir. Bunun haricinde; sorumluluk duygusunun pekişmemesi sonucunda anne-baba desteğine bağımlı kalma oranı artacaktır.

Ödev süresince, çalışmayı çocuğunuzla karşılıklı olarak yürütmeniz daha yararlı olacaktır. Sadece yönerge veren ve yapılan çalışmanın kontrolünü üstlenen anne–baba ile çalışmak; geçirilen zamanı sıkıcı hale getirebilmektedir. Anne–baba kontrolüne bir yenisini ekleyen bu durum yerine; çocuğun ders konularını size danışarak ve daha sonrasında kendisinin deneyerek öğrenmesine izin vermek her iki tarafı da daha fazla tatmin edecek; aynı zamanda ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişki zedelenmeyecektir. Yapılanları dışarıdan gözleyen ve kontrol eden konumumuz; başarısızlık durumunda çocukta suçluluk duygusunun oluşmasına neden olabilir. Bu gibi bir durumda; çocuğun öğrenme motivasyonu ve dikkati dağılabilir; kendini zorlayıcı yararsız çalışmalar içine sokabilir.

Fiziksel ortamın ayarlanması dışında; çocuğun yaptığı işten dolayı takdir edilip cesaretlendirilebilmesi, ödevle; dolayısıyla dersle ilgili motivasyonunu arttırarak; dikkatini ve ilgisini daha iyi toparlayabilmesine yardımcı olacaktır. Ayrıca anne ve baba ile geçirilen vaktin bu alanda da başarıyla işletilebilmesi; ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkinin farklı bir alanda başarıyı elde etmesini sağlayacaktır. Çocuk başarısız hissettiği zamanlarda kendini birlikte çalıştığı ebeveynine karşı suçlu hissedebilir. Bu durum gerçekleştiğinde; anne-baba ya kendi becerilerini ya da çocuğun başarısını göz önüne alarak kaygı duyabilirler. Bu durumda hissedilecek kaygı çocuk için yeterli düzeyde olmalıdır. Bunun okul hayatının ilk yıllarında çok fazla hissettirilmemesinin yararlı olmasının dışında; her çocuk için farklı bir motive edici etkisi olabilmektedir. Bazı çocuklara başarılarının ve başarısızlıklarının sebeplerini hissettirmek başarı için olumlu bir ön adım olurken; kimi çocuk bu durumu çoğunlukla ‘kendi başarısızlığı’ olarak ele alır ve yoğun kaygı yaşar. Farkedilen başarı durumunun, motive edici etkisi düşünülerek, çocuğun cesaretlenmesi ve çalışması gereken konuya ilgisinin artması için kullanılmalıdır.

Ödevin tamamının çocukla birlikte yapılması; kendi başına plan yapma, sıraya koyma ve diğer çalışma becerilerinin gelişim hızını yavaşlatır. Ayrıca sorumluluk kavramıyla birlikte çocuktan beklediğimiz ders çalışma alışkanlığının gelişmesi hedeflerimizden diğeridir. Tek başına yapılmayan işlerde; yaptığımız işin sonuçlarını görüp ileri hedefler koyabilmemiz zorlaşır. Bu nedenden dolayı; çocuğun kendi çalışma programını planlayıp uygulamaya koyabilmesinde; çok fazla ‘birlikte çalışma’ yapılmamalıdır.

Ödevi olan Çocukların Anne-Babalarına Tavsiyeler..

Ödevin yapılması gereken saatlerde; çocuğun çalışması gereken ortama yakın yerlerde dikkati ve ilgiyi dağıtabilecek çok fazla uyaranın olmamasına dikkat edin. TV, radyo, yüksek sesle konuşan bir grup gibi belirli uyarıcılar dikkatin toparlanmasını ve ilginin sadece çalışılması gereken materyale yönlendirilmesini zorlaştıracak niteliktedir. Örneğin okul çağında birden fazla çocuğunuz varsa aynı zamanlarda çalışmalarını engellemek yerine; farklı iki ayrı mekanda çalışmalarını sağlamak daha yararlı olabilmektedir.

Ödevin yapılma zamanını ayarlamak için çocuğunuzla birlikte verimli bir zaman dilimi ayarlamaya çalışın. Birlikte bir zaman aralığı belirleyip, dinlenme payı bırakarak, her gün uygulanabilecek bir program oluşturun. Bu durum onun çalışma faaliyetleri ile ilgili sahiplenme duygusunu pekiştirecek ve duruma ilgisini arttıracaktır. Eğer çocuk ödev planlamasını kendi başına yapabiliyorsa; bu konuda onu yüreklendirmekten çekinmeyin.

Ödevi başarıyla bitirmesi ve yanlışlarının az olması, en az onun kadar bizim de gerçekleşmesini istediğimiz bir durumdur. Ancak hataların yapılmaya başlanması çocuk için başarısız sıfatını kazanmasını, dolayısıyla kendini yetersiz hissetmesini gerektirecek bir durum olmamalıdır. Onun başarısı gösterdiği çaba ile değerlendirilmelidir. Harcadığı zamanı ve emeği takdir ederek, yanlışlarını daha fazla çaba sarfederek düzeltebileceğini göstermek önemlidir. Ayrıca o dersle ilgili başarının tek göstergesi ödevler olamayacağı için; değerlendirmenin tamamının bizim tarafımızdan yapılmaması da gereklidir. Öğretmenin değerlendirmesinin önemine yapılan vurgu; ödevlerini yapmaktan kaçınan bir çocuk için sorumluluk hissedebileceği bir hal oluşturabilmektedir.

Ödevlerin yapılması konusunda çocuğunuzla karşı karşıya gelmeniz, durumu bir çatışma olarak görmesine ve bu durumu gerektiğinde bir koz olarak kullanmasına yol açabilir. Bunun dışında, çocuğun bu konuyu çatışma içinde yaşaması; sarfettiği çabaya rağmen başarısız olarak hissetmesine ve sizden gelen uyarıları ceza olarak görmesine sebep olabilir. Bu durumda yapılması gereken, ilgili ve destekleyici bir tutumla başarıların ortaya çıkartılmasına çalışmaktır.

Çocuğun beklenen plan içerisinde yaptığı çalışmanın sonucunda anne babadan bir beklentisi olabilir. Bu durumda kendi istediği bir faaliyeti her zamanki şekliyle gerçekleştirmesine izin vermek; yapılan çalışmanın olumlu bir kazanıma dönüşmesine yardımcı olacaktır. Ancak bu durumun kazanıma dönüşmesinde; ona yaptıklarından dolayı onaylayıcı ifadelerde bulunmak ve övmek, olumlu duygularının pekişmesine katkı sağlayaaktır.

Çocuğun ödev yapması kendi başına birçok yönü kapsayan bir durumdur. Hem akademik becerilerinde bir artmanın gerçekleşmesi, hem de şimdiki hayatı ve yetişkin yaşamı için sorumluluk duygusunun gelişmesinde etkili olmaktadır. Çocuğun bu kazanımları elde etmekte güçlük yaşadığı farkedildiğinde bir uzmana başvurulabilir.

Emre Altınel
Psikolog


www.bebekcocukdunyasi.com

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Anaokulu Seçerken Nelere Dikkat Etmeli ?

Öncelikle yuva personelinin çocuk psikolojisi hakkında eğitimli, pedagojik formasyona sahip kişiler olması önemli. Öğretmenlerin yanı sıra yuvada çocuklarla temasta olan diğer kişilerin de belli bir eğitimden geçmiş olmaları gerekiyor. Özellikle yuva yöneticilerinin ve öğretmenlerin konularında uzman kişiler olması çocukların standart eğitimlerinin yanı sıra çıkabilecek herhangi bir soruna en uygun pedagojik müdahaleyi yapabilecek bir donanıma sahip olmaları önemli. Yuvanın eğitim programının içeriği incelenmeli ve bu içeriğin nasıl uygulandığı öğrenilmeli. Bazen kağıt üzerindeki programların uygulanması sırasında problemler yaşanabilmektedir. 6 yaşına kadar olan çocukların en önemli öğrenme yolu yaşayarak-yaparak öğrenmedir ve bunun da oyun aracılığıyla yapılması gerekmektedir. Bu nedenle hedeflenen bilgilerin öğretilmesi ve amaçlanan becerilerin kazandırılması sırasında hangi yöntemlerin ve hangi araçların kullanıldığı son derece önemlidir. Programın çocukların bireysel özelliklerine uygun hale getirilme olanağının olup olmadığı da araştırılmalıdır. Her çocuğun birbirinden farklı olduğu, bu farkın fark edilebileceği ilk önemli kurumun da okul öncesi eğitim kurumu olduğu unutulmamalıdır. Daha sonraki yıllarda ortaya çıkabilecek birçok sorunun keşfi çocuğun yuvaya başladığı yıllarda mümkün olabilmektedir. Sorunu doğru gözlemlemek ve olası problemler konusunda aileyi bilgilendirip uygun profesyonellere yönlendirmek oldukça hayati bir önem taşımaktadır. 3-6 yaş arası çocukların en önemli ihtiyaçlarından biri de sosyalleşme ihtiyacıdır. Bu nedenle çocukların birey olma özellikleri geliştirip, grup halinde hareket etmeyi öğrendikleri ve grup içinde kendi farklılıklarını fark ettikleri bu dönemde yuvaların hem çocukların özbakım becerilerini geliştirmeye, hem de sosyal becerilerini geliştirmeye yönelik bir tutum içinde olmaları gerekmektedir.


Çocukların anaokuluna psikolojik olarak nasıl hazırlamak gerekir?
Çocukların bebeklik yıllarından itibaren özbakım (giyinme-soyunma-temizlik-yemek yeme vb) becerilerinin geliştirilmesi psikolojik olgunlaşmaları açısından önem taşımaktadır. Bu becerileri gelişen çocuklar annelerine daha az bağımlı olmakta dolayısıyla anneden ayrılmakta sıkıntı yaşamamaktadırlar. Bunun yanı sıra yine bebekliğinden beri kısıtlı bir çevrede olan ve fazla insanla temas etmeyen çocuklar yuvaya uyum sağlamakta büyük güçükler çekmektedirler. Bu nedenle bebeklik döneminden itibaren mümkün olduğunca çok sosyal ortam içinde bulunmak, çocuğu değişik kişilerle bir arada bulundurmak, özellikle de başka çocuklarla bir arada olacağı ortamlar yaratmak gerekmektedir. Başka çocuklarla bir arada olmaktan keyif alması bunu öncesinde deneyimlemesiyle ilişkilidir. Sürekli olarak tek başına olan, paylaşmayı, mücadeleyi, rekabeti hiç yaşamamış olan ve kendi başına problem çözme fırsatı hiç olmayan çocuklar yuvaya uyum sağlamaları çok uzun sürmektedir. Ayrıca çocuğu öğrenmeye heveslendirmek de önemlidir. Yeni bilgiler edinmek, yeni beceriler kazanmak konusunda çocukların doğal olarak bir motivasyonları vardır. Ancak anne-babanın da bunu pekiştirmesi, yeni şeyler öğrendiğinde, yeni beceriler kazandığında çocuğu övmesi çocuğun okula gitmek konusunda daha istekli olmasını sağlayacaktır. Anne-babaların yuva ararken çocukları yanlarında götürmeleri uygun değildir. Çocukların ilk girdikleri mekanları beğenme ya da beğenmeme kriterleri yetişkinlerden farklıdır. Bu nedenle öncelikle anne-babaların bir yuvaya karar vermeleri ve ardından çocuğun götürülmesi gerekmektedir. Okula gitmek çocuk 3 yaşına geldiğinde birden bire konuşulması gereken bir konu olmamalıdır. Bunun yerine yine bebeklikten itibaren büyümenin önemi, belli bir yaşa geldiğinde de okula gitmesinin gerekliliği ve güzelliği anlatılmalı, okula gitme düşüncesi cazip hale getirilmelidir. Bunun büyümenin bir parçası olduğu, büyümenin en güzel taraflarından biri olduğu vurgulanmalıdır.

Okul öncesi çağda çocuklar için oyuncakların önemi nedir?
Oyuncaklar, çocukların sosyal, zihinsel, fiziksel ve psikolojik gelişimlerine yardımcı olan ve yaratıcılıklarını geliştiren malzemelerdir. Yani okul öncesi dönemdeki ihtiyaçlarının çok büyük bir bölümünü çocuklar oyuncaklar aracılığıyla karşılarlar. Oyuncaklar önemli bir eğitimsel işlevi yerine getirirler çünkü çocukların doğuştan getirdikleri birçok yeteneğin ortaya çıkmasına, kullanılmasına, geliştirilmesine fırsat verirler. Çocuklar oyuncaklar aracılığıyla hem birçok kavramı öğrenirler hem de kendi iç dünyalarını dışa vurma olanağı bulurlar. Oyun ve oyuncak çocuğun dünyasının ta kendisidir. Bu nedenle de çocuklarla ilgili eğitim programları hazırlanırken oyun ve oyuncaklardan yararlanılır.

Oyuncak seçerken nelere dikkat edilmesi gerekir?
Çocuklar için her malzeme oyuncak olabilir. Özellikle de doğal malzemeler ya da artık malzeme denen malzemeler çocukların çok ilgisini çeker. Kum, toprak, su, kağıtlar, kartonlar, boyalar, yapıştırıcılar, evdeki mutfak eşyaları, boş kutular, plastik şişeler vb çocukların için oldukça geliştirici oyun malzemeleridir. Bu malzemeler çocukların dış dünyayı tanımaları, keşfetmeleri ve deneyim kazanmaları için çok önemlidir. Bunun dışında çocukların yaratıcı güçlerini geliştirecek olan oyun malzemelerine ihtiyaç vardır. Bunlar bebek, hayvanlar, arabalar, evcilik, doktorculuk malzemeleri vb gibi malzemelerdir. Ayrıca çocukların hareket etme ve kaba motor gereksinimlerini karşılayacak oyun malzemelerine de ihtiyaçları vardır. Bunlar bisiklet, bazı jimnastik gereçleri, salıncak, kaydırak, ip ve bazı inşa oyuncaklarıdır. İnce motor gelişim için gerekli olan oyun malzemeleri, yap-bozlar, legolar, kalem-kağıt, boyama kitapları, oyun hamuru gibi malzemelerdir. Ayrıca dikkati ve konsantrasyonu geliştiren, sosyal ortamda bekleme, sabretme, yenilmeye tahammül geliştirme gibi daha üst düzey sosyal becerileri de geliştiren masa başı oyunlarına da yer verilmelidir. (Eşleştirme-hafıza oyunları, kızma birader, monopoly, scrabble vs) Bu oyunlar aynı zamanda çocuğun okula hazırlanması için en önemli araçlardır. Tüm oyuncakların kendi birincil işlevlerinin yanı sıra zihinsel gelişime de katkıda bulundukları unutulmamalıdır. Elektronik oyuncaklar ve bilgisayarda oynanan oyunlar da çocukların ilgisini çekmekte ancak çocukların kendi başlarına oynayabilecekleri son derece bireysel oyunlar olmaları nedeniyle sosyal gelişimi olumsuz etkileyebilmektedir. Bazı zihinsel gelişim alanlarına olumlu etkileri olabilmekte ancak yine de diğer oyuncaklar kadar eğitimsel değerleri yoktur.

Çocuğun anaokuluna bırakıldığı ilk günlerde nasıl davranmak gerekir? Okula gitmek istemez ya da öğretmenini sevmezse neler yapmalı?
Çocukların büyük bir kısmı yuvaya başlarken zorluk yaşamaktadır. Sorunlar özellikle de ilk bir haftada yaşanır. Bunun doğal olduğu hemen her çocuğun böyle bir süreçten geçtiği unutulmamalıdır. Burada önemli olan yuvadaki uzmanların önerdiği programa uyabilmektir. İlk günlerde annenin ya da babanın belli bir süre okulda kalması gerekebilir. Çocuklar yeni bir ortama güven duymadan anne-babalarından ayrılmak istemeyebilirler. Orada kendini rahat ve güvende hissedene kadar, anne-babasının onu orada terk etmeyeceğinden ve belli bir süre sonra gelip alacağından emin olana kadar huzursuz olurlar. Bu nedenle de ilk günlerde çocukların yuvada kalma süresi, -hiç sorun çıkarmamış olsa da- birkaç saati geçmemelidir. O ortama iyice ısınması ve rahat etmesi için biraz zamana ihtiyaç duyduğu unutulmamalıdır. İlk günler geçtikten sonra da belli dönemlerde yuvaya gitmek istememe, evde anne ile kalmak isteme gibi sorunlar yaşanabilmektedir. Burada sorunun ne olduğunu keşfetmek önemlidir. Sorun okulla mı ilgili yoksa çocuğun anneye olan bağımlılığıyla ya da örneğin yeni bir kardeşin gelmesiyle mi ilgilidir. İlk bir ayın sonunda çocuklar genellikle tamamıyla yuvaya uyum sağlarlar. Eğer ağlamalar ve gitmeyi reddetme şiddetli bir şekilde devam ediyorsa bu durumda çocuğun psikolojik olgunlaşmasıyla ilgili başka bir sorun olabilir. Bu durumda bazen biraz daha geç yuvaya vermek bir çözüm olabilir. Bazen de bu ileride ortaya çıkabilecek okul fobisi ya da başka kaygı sorunlarının habercisi olabilir. Bu durumda bir uzmandan yardım almak gerekmektedir.
Belgin Temur - Uzm. Pedagog

www.bebekcocukdunyasi.com

7 Mayıs 2010 Cuma

Yeni Çıkan Ya-Pa Kitapları

Ya-pa yayınlarından 0-3 yaş gurubu çacuklar için Eğitsel İlk Kelimelerim Dizisi çıkmıştır.
 


Hayvanlar
Evim
Vücudum&Giyisilerim
Taşıtlar
Meyveler&Sebzeler
Sayılar
Kavramlar
Renkler ve Şekiller







Çocuğunuz Başkalarına Vuruyorsa

1-2 yaş döneminde çocuk başkalarına vuruyorsa bunun nedeni ne olabilir?


Vurma davranışının iki ana nedeni vardır. Bunlardan biri çocuğun gelişim özellikleri, diğeri ise dış etkenlerdir.

Gelişim özellikleri: 3 yaşından önce çocuk egosentriktir. Dünyanın kendi çevresinde döndüğünü ve her şeyi kontrol edebileceğini düşünür. İstediği kadar kontrol edemediğinde de üzülür ve vurma, ısırma, atma gibi kabul görmeyen şekillerde karşılık verir. Bir çocuğun vurmayı öğrenmesi için mutlaka bu davranışı görmüş olması gerekmez. Olumsuz tavırlar çocukların yaşlarının ve bazen de cinsiyetlerinin bir özelliği olarak karşımıza çıkar.

Egosentrizmin en önemli özelliklerinden biri çocuğun bencil olması, başkalarının da duygu, düşünce, istek ve beklentilerinin olduğunu tam olarak kavrayamaması ve karşısındakiyle empati kuramamasıdır.

Vurma davranışının başka bir nedeni ise çocukların dürtülerini kontrol etmede yeterli olamayışlarıdır. Bir yetişkin içinden geçeni ortamın uygun olmaması durumunda kendini kontrol ederek yapmayabilir. Ancak aynı tutumu küçük çocuklarda görmek mümkün değildir. Onlar içlerinden geleni hemen yaparlar.

1-2 yaş çocuğu davranışının sonucunu görme, tahmin etme öngörüsüne sahip değildir. Karşısındakinin canı acıdığı için ağladığını görür ve buna üzülür. Ancak onun canını acıtmamak ve üzmemek için vurmaması gerektiği öngörüsü yoktur.

İnsan hayatta kalmasını sağlayan saldırganlık eğilimleri ile dünyaya gelir. Ancak sosyal beceriler doğuştan gelmez, zaman içerisinde kazanılır. Sosyal becerilerin kazanılması ise 3 yaş ve sonrasında gerçekleşir.

1-2 yaş çocukları duygularını ifade edebilecek, sorunları konuşarak çözebilecek dil becerisine sahip olmadığından yaşadığı olumsuz bir duruma vurarak karşılık verir.

Her şeyi merak eden, araştırmaya, deneyerek öğrenmeye çalışan 1-2 yaş çocuğu sebep-sonuç ilişkilerini merak ettiği için de vurmayı deneyebilir. Bir yaşıtına vurduğunda onun ağladığını gören çocuk başka bir yaşıtının da aynı tepkiyi verip vermeyeceğini merak ettiğinden ona da vurur.

Dış etkenler: Uykusuzluk, açlık gibi temel gereksinimleri karşılanmayan veya bu gereksinimleri geciktirilen çocuklarda saldırganlık eğilimi artar.

Eve yeni bir bebeğin gelmesi, bakıcı değişikliği, anne babadan uzun süreli ayrı kalma gibi huzursuzluk yaratan bir hayat tarzı değişiklikleri de çocuğu saldırgan yapar.

İyi davrandığında yeterince dikkat çekemeyen bir çocuk vurarak dikkat çekmeye çalışabilir.

Çocuğun yakın çevresinde bulunan anne, baba, bakıcı, kardeş gibi kişilerin sert, saldırgan tutumları çocuktaki saldırganlık eğilimini arttırabilir.

Fazla kontrollü bir çevrede bulunan çocuk yaşadığı hayal kırıklıkları nedeniyle vurma davranışı gösterebilir.

Hiç sınır koyulmayan çocuklarda da saldırganlık davranışları görülebilir.

Ebeveynin depresyonda olması, alkol ya da bağımlılık yapan ilaçlar kullanması, anne babanın sık tartışması, kavga etmesi çocuğun endişelenmesine, endişesini de saldırgan tutumlar sergileyerek göstermesine neden olur.

Çocuğa bu durum karşısında anne babalar nasıl yaklaşmalıdır?

Anne babanın vurma davranışı karşısında sakin olması ve bunun kabul edilemez bir davranış olduğunu sözel olarak belirtmesi gerekir. Çocuğa davranışının uygun olmadığı söylenmeli ve bu konu üzerinde çok durulmamalıdır. Ancak davranış tekrar ettiğinde bunun uygun olmadığı her seferinde belirtilmelidir. 1-2 yaş çocuklarının dikkat ve dinleme süreleri uzun olmadığı için ayrıntılı açıklamalar, nasihatler bir işe yaramaz. Bu yaş çocuklarına verilecek olan yönergelerin basit, sade ve anlaşılır olması gerekir.

Anne babasına ya da başkalarına, arkadaşlarına vuran çocuğa anne babası da vurarak karşılık verirse, bu çocuğa nasıl yansır, sonuçları nasıl olur?

İster şiddetli, isterse hafifçe, ister poposuna, isterse eline olsun vurmak davranışın azalması yerine artmasına neden olur. Çocuğa, vurmanın uygun olmayan bir davranış olduğunu anlatmanın en kolay ve sağlıklı yolu ona vurmamaktır. Çünkü çocuklar için anne babalarının yaptığı, söylediği her şey doğrudur. Çocuğuna vurulmaması gerektiğini ona vurarak anlatmaya çalışan anne babalar çocuklarına yanlış mesaj vermektedirler. Özellikle bu yaştaki çocuklar “dediğimi yap, yaptığımı yapma” anlayışını kavrayabilecek zihinsel olgunluğa sahip değillerdir.

Anne babanın çocuğa vurması çocuğun problem çözme yöntemi olarak vurmayı öğrenmesine de neden olur. Dayakla büyüyen çocuklar kendi çocuklarını yetiştirirken de aynı yönteme başvururlar.

Anne babanın çocuğa vurarak karşılık vermesi çocuğun hem anne babasına hem de kendisine olan güvenin sarsılmasına neden olur.

Çocuğun vurma alışkanlığına bir çözüm getirilmezse bu durumun onun ileriki sosyal gelişimine ne gibi etkileri olur?

Bazen anne babalar çocuğa kendini savunma yöntemi olarak vurmayı öğretebilirler. Vurmayı öğrenen bir çocuğun ileride kendini koruyabilen, başarılı biri olacağını düşünürler. Gerçekte bu böyle değildir. Çünkü başkalarına zarar veren çocuk arkadaşları, öğretmenleri ve diğer yetişkinler tarafından kabul görmez. Vurma davranışının çözülememesi veya pekiştirilmesi çocuğun sosyal ilişkiler kurmada zorlanmasına, çevresinden izole olmasına, kendisi gibi davranışları bulunan kişilerle arkadaşlık edip uygun olmayan ortamlarda bulunmasına neden olur.

Çocuğun vurma alışkanlığından vazgeçmesi için önerileriniz nelerdir? Anne babalar ne yapabilirler?

Vurma davranışı gösteren çocuğa kesinlikle vurarak tepki göstermeyin. Bu durum davranışın azalmasından çok pekişmesine neden olur. Çocuklar en çok anne babalarının davranışlarını örnek alırlar.

Vurduğunda “kimseye vurulmaz” diyerek uyarın. Bunu her seferinde tekrar edin.

Stres altında olduğunuz durumlarda (bir yere yetişmek, yemek yedirmeye çalışmak gibi) çekiştirme, vurma gibi sert davranışlardan kaçının.

Koyduğunuz kural ve sınırların çocuğun yaşına ve becerilerine uygun, belirgin olmasına özen gösterin. Aşırı kural koyma ya da hiç kural koymama çocuğu saldırgan yapar.

Sürekli engellenen çocukta vurma davranışı artar. “Hayır” demek yerine ona alternatifler sunun.

Olumlu her davranışı “aferin, bravo” diyerek, alkışlayarak ödüllendirin.

Çocuğunuzun yorgun, uykusuz, aç ya da hasta olmadığından emin olun.

Şarkı söylemek, dans etmek, kitap okumak gibi sakinleştirici aktiviteler yapın.

Bulunduğu ortamdan uzaklaştırarak sakinleşmesini sağlayın.

Vurabileceğini düşündüğünüz zaman davranış gerçekleşmeden durdurmaya çalışın.
 
Duygu Çalışır - Pedagog ( Bebeğim ve Biz Dergisi - Yayın Tarihi : Kasım 2006 )
 
http://www.bebekcocukdunyasi.com/

6 Mayıs 2010 Perşembe

Televizyon ve Çocuk

Televizyon çocukların ilk aylardan itibaren ilgisini çeken bir araçtır. Birkaç aylık bebekler bile bu renkli, hareketli ve sesli görüntüyle ilgilenirler, görme alanları içinde takip edebilirler. Bebekler büyüyüp özellikle müziğe ilgi duymaya başladıkça müzik eşliğinde verilen görsel olarak vurgulanan görüntülere daha fazla ilgi duymaya başlarlar. Televizyonda söz ve görüntü bir arada verildiği için çocuklar çok kolay etkilenirler. İyi seçilmiş programlar izlettirildiğinde çocukların bilgisini, hayal gücünü artırabilir. İlk yıllarda özellikle reklamlar bebeklerin ve çocukların ilgisini daha fazla çeker. Müzik kanalları da aynı şekilde müzik-ritm ve renkli görüntülerin eşlik ettiği klipler nedeniyle ilgi çekici olur. Bu dönemde fazla televizyon karşısında tutulan çocukların televizyon izleme alışkanlıklarının gelişmeye başladığı bilinmektedir. Özellikle de çocuğa rahat yemek yedirmek veya onun sakince oturmasını sağlamak amaçlı olarak televizyon seyretmeye teşvik edilen çocukların okul yıllarında da sürdürecekleri şekilde televizyon izleme alışkanlığı gelişmektedir. Ayrıca anne-babası çok televizyon izleyen çocukların da yine model alma yoluyla zaman geçirme ve eğlenme aracı olarak televizyonu tercih etmeleri söz konusudur. Küçük yaşlardan itibaren televizyon izleme saatleri sınırlandırılmayan çocuklar okul yaşlarında televizyon bağımlısı olmaya aday olmaktadırlar. Kontrolsüz şekilde televizyon izlettirilen çocukların yorum yapma, muhakeme etme yeteneklerinin olumsuz etkilendiği bilinmektedir. Çünkü televizyon izlemek tek yönlü, pasif bir etkinliktir. Oysa en etkin öğrenme yolu deneyerek yaşayarak öğrenmedir. Fazla televizyon karşısında kalan çocuk direkt bilgi almaya alışır ve etkileşim içine giremez. Bu nedenle Televizyonun olumlu etkileri ancak sınırlı ve seçilmiş programların izlenmesiyle sağlanabilir.


Anne-Babalara öneriler
3 yaş civarında çocukların çizgi film, belgesel ve eğitimsel programları izlemeleri onların yaratıcılıklarını geliştirir ve hoşça vakit geçirmelerini sağlar. Ancak bu yaşlardan itibaren televizyon başında geçirecekleri vakit sınırlandırılmalıdır. Bebeklik çağlarından itibaren fazla televizyon izlettirilen çocukların özellikle iletişim ve konuşma becerilerinin gecikmesi riski oluşmaktadır.

Bazı çizgi filmlerin aşırı şiddet ve korku öğesi içerdikleri ve bu nedenle çocuklar üzerinde birçok olumsuz etkiye yol açtıkları bilinmektedir. Oyun çağı çocuğu henüz hayal ile gerçeği ayırt edemeyeceğinden şiddet ve saldırganlık içeren görüntülerden daha çok etkilenir. Bu nedenle çocuğunuzun izlediği çizgi filmlerin denetimini siz yapmalısınız.

Okula giden çocukların, dinlenme, yemek yeme, oyun oynama, uyku ve ders zamanları çıkarıldığında eğer vakitleri kalıyorsa televizyon seyretmelerine izin verilmelidir. Bu saat de genellikle derslerin bitmesinin ardından planlanmalıdır.

Çocukların günlük televizyon izlemeleri gereken saatler konusunda değişik görüşler olmakla beraber özellikle okul çocuklarının günde bir saatten fazla televizyon izlememeleri önerilmektedir

Çocuğun yaşına uygun programlar izlemesi sağlanmalıdır. Yetişkinler için hazırlanmış dizi, film, magazin türü programların mümkün olduğunca çocuklara izlettirilmemesi gerekmektedir.

Çocuklar genellikle evde yalnız hissettiklerinde ve uygun aktivite bulamadıklarında televizyonu tercih etmektedirler. Çocuğunuzun yaşına ve ilgi alanına uygun oyunlar bulup onunla oynayabilirseniz ve televizyon dışında birlikte eğlenebileceğiniz aktiviteler bulabilirseniz çocuğunuz televizyon izlemek yerine sizinle oynamayı tercih edecektir

Çocuklar ilk olarak hangi yaşta televizyonla tanıştırılmalı?

Çocuğun bebekliğinden itibaren televizyonun aynı ortamda açık olmasında bir sakınca yoktur. Hatta bol işitsel uyaran içermesi bakımından yararları da olabilmektedir. Ancak bu, çocuğun televizyon karşısına oturtulup başka uyaran verilmemesi anlamına gelmemelidir. Aslında çocuklar 2 yaşlarından itibaren televizyon karşısına oturup kısa çizgi filmler izleyebilirler. Ya da eğitimsel içerikli çocuk programlarını izlemeleri uygundur. Ama bebeklikten itibaren izlenen müzik kanallarının çocukların dil ve iletişim becerileri üzerinde olumsuz etkileri olduğu bilinmektedir. Çocuklar okul öncesi dönemde çizgi filmler, çocuk filmleri ve eğitimsel programları izleyebilecek dikkat ve sabır süresine sahiptirler. Yani bir saat civarı televizyon başında oturabilirler. Bu süreyi aşmamak uygun olur. Çünkü bu dönemdeki çocuklar çok alıcıdırlar ve zihinsel gelişimleri için gerekli olan başka bir çok faaliyetle ilgilidirler. Öğrenmenin en yoğun olduğu bu dönemde tek yönlü bir etkinlik olan televizyon ile doldurmamak gerekmektedir. Ayrıca bu yaşlarda çocuklar yaşam rutinleri konusunda alışkanlıklar edinirler. Sürekli televizyon izleyen çocuklar bunu alışkanlığa dönüştürmekte ve bir çok gelişim alanında yetersiz uyaranlar nedeniyle geri kalabilmektedirler. Özellikle okul çağına gelindiğinde televizyon alışkanlığı nedeniyle okul ve derse uyum ve uygun çalışma alışkanlıkları geliştirme konusunda ciddi sorunlar yaşanabilmektedir. Bazen çocuklar için hazırlanan programlar ve çizgi filmler de şiddet ve uygun olmayan görüntüler içerebilmektedir. Buradaki denetim yine ailelere düşmektedir. Televizyon için ayrılan süre çocuğun gün içindeki boş zamanına oranlanmalıdır. Örneğin okul ve günlük ihtiyaçlarının karşılanması haricinde çocuğunuzun kalan boş vaktinin dörtte birinden fazlasının televizyon ile harcanması uygun olmayacaktır. Çünkü çocuğun oyuna, paylaşıma, hobilerini geliştirecek zaman geçirmeye de ihtiyacı vardır. Eğer çocuğun boş zamanlarında onunla sohbet etmeye, oyun oynamaya veya başka hobilerine vakit ayırabiliyorsanız, çocuğunuz genellikle TV izlemek yerine sizinle vakit geçirmeyi tercih edecektir.

Uzun süre televizyon karşısında bırakılan çocukların yaşayabileceği problemler nelerdir?

Televizyonun en önemli olumsuz etkisi çocuğun tek yönlü bir iletişim içinde olması ve karşılıklı etkileşime fırsat vermemesidir. Özellikle dil gelişiminin ve sosyal gelişimin temellerinin atıldığı en önemli dönem olan ilk 3 yılda televizyon karşısında fazla vakit geçiren çocukların konuşmada gecikmelerinin olma olasılığı artmakta ve dış dünya ile iletişimde sorunlar yaşayabilmektedirler. Okul çağı çocuklarında ise yeterli ve uygun çalışma alışkanlığı geliştirememe ve aktif öğrenme yerine kalıp öğrenmeye eğilim, düşünce esnekliğinin azalması gibi bazı olumsuz etkilerden söz edilmektedir.

Uzun süre klip ve reklam izlettirilen çocuklarda ne gibi problemler ortaya çıkabilir?

Renk, ses, ritm ve hareketin bir arada sunulduğu reklam ve müzik klibi gibi programlar çocukların çok ilgisini çekebilmektedirler. Reklamlarda kullanılan bazı bilinç altı uyaranların çocukların tutum ve tavırlarını etkilediği bilinmektedir. Yani bu tür programların çocukları çok fazla etkilediği bilinmektedir. Reklam ve klipleri kontrolsüzce izleyen çocukların verilen her tür mesajı kalıcı olarak alabilmekte, korku, kaygı, öfke gibi duyguları yoğun yaşayabilmekte, zaman zaman şiddet eğilimlerinin arttığı ve sosyal ilişkilerde zorlanabildikleri bilinmektedir.
Çocuğun televizyon izlemesi hangi durumlarda yararlı olabilir?

Bazı eğitimsel programların özellikle yetersiz çevresel koşullarda yaşayan çocuklar için yararlı olabileceği düşünülmektedir. Burada yine bu programların belli bir pedagojik sansürden geçmiş olması gerekliliği söz konusudur. Bunun yanı sıra çocukların gerçek hayatta karşılaşma fırsatı bulamadıkları doğa ve çevre ile ilgili bazı görüntüleri örneğin belgesel programlar aracılığı ile izlemeleri okul bilgisinin görsel bir malzemeyle eşleştirilmesi anlamında kalıcılık sağlamaktadır. Belgesel programlar hem çocukların ilgisini çekmekte hem de yeni bilgiler öğrenmek konusunda teşvik edici ve merak uyandırıcı olmaktadır.

Televizyonun yaralı olabilmesi için anne-babaların izlemesi gereken yollar nelerdir?

Sınırlandırma buradaki en temel prensiptir. Çocuğun zaman zaman dinlenmek ve eğlenmek için bir keyif aracı olarak kullanması durumunda televizyon etkili bir araçtır. Ancak çocuğu esir alan bir hale dönüştüğünde tamamıyla zarar verici olmaktadır. Öncelikle çocuğunuzun izlediği programların hangileri olduğunu bilmeli ve çocuğunuz için ne kadar yararlı ve gerekli olduğunu önce siz değerlendirmelisiniz.

Televizyon dışında yararlı ve eğitici olabilecek ne gibi aktiviteler önerilebilir?
Her yaş grubunun ilgisi ve becerisi farklı olmakla beraber tüm çocuklar anne-babalarıyla zaman geçirmekten keyif alırlar ve her türlü oyunu anne-babalarıyla oynayabilirler. Seçtikleri, tercih ettikleri oyun ve oyuncaklarla sizin de ilgilenmeniz, oyun kurmak ve o oyunun parçası olmak konusunda ona destek vermelisiniz. Çocukların hem ilgilerini çekebilecek hem de dikkat, algı, hafıza ve muhakeme gibi yeteneklerini geliştirebilecek, dil gelişimine yardımcı, yaratıcılığı destekleyen birçok oyun mevcuttur. Çocuğunuzla yapacağınız aktiviteyi planlamadan önce onu çok iyi tanımalısınız. Bazen çocuklar hep benzer oyunları tercih ederler. Bu kolaylarına gelebilir. Bu durumda eğitimsel oyunlar ve materyaller satan mağazalara danışarak yaşına uygun yeni malzemelerle tanıştırabilirsiniz. Ayrıca evde oluşturacağınız kağıt, karton, boya, hamur vb gibi bazı yaratıcı malzemelerle de çocuğunuzun ilgisini çekecek oyunlar hazırlayabilirsiniz. Bu tarz aktiviteler hem çocuğun duygularını ifade etmesi için bir araç olmakta hem de becerilerini geliştirmeye yardımcı olmaktadırlar. Çocuklar genellikle bu tarz oyunlardan keyif alırlar. Onlara serbestçe oynamaları konusunda fırsat verilmesi önemlidir. Bazen anne-babalar çocuklarının çok mükemmel şeyler yaratmalarını isteyebilirler. Örneğin yaptığı resimleri eleştirirler ve neden daha özenle yapmadığını sorabilirler. Bu tavır çocukların kendilerini yetersiz hissetmelerine neden olabilmekte ve bu tarz aktivitelerden kaçınmalarına neden olabilmektedir. Oysa televizyon izlemek bir performans gerektirmez. Bu durumda çocuk televizyon izlemeyi başka aktivitelere tercih edecektir.

Uzm. Pedagog Belgin Temur
Bebeğim ve Biz Dergisi


http://www.bebekcocukdunyasi.com/